6 Ekim 2012 Cumartesi

KUVAYİ MİLLİYE DESTANI (İnceleme)



                     EDEBİYAT UYARLAMALARI–7

                                                                                Kurtuluş Savaşı’nı Yaratanlara ve Yaşatanlara…
      Bu ay her yönüyle sıra dışı bir uyarlamadan bahsedeceğiz. Tarihimizdeki eşsiz ve sıra dışı bir var olma mücadelesi ile bunun zaferi olan Kurtuluş Savaşı’ndan ve bu zaferin tarihi gerçeklerinden ilham alan Nazım Hikmet’in Kuvayi Milliye (Destanı) ile aynı isimli ve Nuri Kurtcebe imzalı çizgi roman uyarlamasını inceleyeceğiz. Ayrıca bu güzel eserin televizyon dizisi yapılması projesinden bahsedeceğiz.

  
VAROLUŞ ZAFERİNİN GÜZEL ŞİİRİ: KUVAYİ MİLLİYE DESTANI

    Kurtuluş Savaşımızın en güzel ve çarpıcı edebi eserlerinden biri hiç şüphesiz Kuvayi Milliye Destanı isimli şiirdir. Bu şiirin adı “Kuvayi Milliye” ise de “daha kolay anlaşılması için “Kuvayi Milliye Destanı” şeklinde de anılmakta ve kullanılmaktadır. Hatta, yer yer “Kurtuluş Savaşı Destanı” şeklinde de anılmaktadır. Kuvayi Milliye Destanı şeklinde söylemek de yanlış olmaz, çünkü Nazım Hikmet bu eserin son şeklini verip yayınlatmak istediğinde baskı nüshasının kapağına “Kuvayi Milliye” yazıp hemen altına da “Destan” ifadesini küçük harflerle eklemiştir. (Kaynak: Cevdet Kudret araştırması-1968) Nazım Hikmet, bu eserini vatan hainliği suçuyla ceza aldığı hapis yıllarında yazmıştır. 1939’da İstanbul Tevkifhanesi’nde yazmaya başlamış, 1940’da Çankırı Hapishanesi’nde ve 1941’de Bursa Hapishanesi’nde yazarak tamamlamıştır. Muhtemelen, şairin bu şiiri yazmasının esas nedeni,  kendisinin zannedildiği gibi bir vatan haini olmadığını, her şeyiyle vatanına ve halkına olan bağlılığını sanatıyla gösterme amacı taşımasıdır. Bu tarihten sonra eser üzerinde 1950 yılına kadar bazı düzeltmeler ve eklemeler de yaptığı bilinmektedir.
    Eser, Nazım Hikmet’in uzun okumaları ve araştırmaları sonucunda yazılmış, yazıldıktan sonra da zaman zaman esere tekrar dönülerek son şeklini almıştır. Bu okumalardan biri de Atatürk’ün “Nutuk” isimli eseridir. Eserde anlatılan olaylar gerçekten yaşanmış olaylar ve her bir karakter, halkın kendisinden olan gerçek kimliklerdir. Şair, çok bilinen bir şekilde zaferin komutanlarını ve bunların yakın çevresini değil, pek bilinmeyen, kıyıda köşede kalmış isimlerinden yani halktan bir destan yaratmayı tercih etmiştir ve bunda da başarılı olmuştur. Şairin şirini yazarken, dayısı olan ve Atatürk’ün silah arkadaşı General Ali Fuat Cebesoy’dan belge ve kaynak yardımı aldığı, hatta hapishanede ziyaretine gelenlerden de çeşitli bilgiler edindiği bilinen hususlardır. 

   Nazım Hikmet’in eserleri 1938 yılından itibaren yasaklandığı için uzun yıllar gizli-saklı bir şekilde eserleri okunabilmiş, ancak 1965 yılından itibaren ülkemizde yasal olarak basılabilmiştir. Dünyada belki de örneği olmayacak veya çok nadir görülebilecek şekilde çizer Nuri Kurtcebe tarafından şiirin her bir dizesine sadık kalınarak çizgi romana uyarlanmıştır. Bilgi Yayınevi tarafından ilki 1968’de, ve genişletilmiş baskı olarak 1974’de eser eksiksiz ve son haliyle basılmaya başlanmış; ayrıca içinde ressam Abidin Dino’nun “Kuvayi Milliye İnsanları” isimli toplam 18 resminin (bir tanesi yukarıda), Cevdet Kudret’in açıklamalı ve karşılaştırmalı notlarının ve şairin destanın başına eklemek isteyip yazdığı sonra da vazgeçtiği “Hikayei Dastan” başlıklı yazısı da bu basımlarda bulunabilir. Eserin yayın haklarını halen elinde bulunduran Yapı Kredi Yayınları’nın (YKY) halen piyasada olan yeşil kapaklı ve içinde Kuvayi Milliye’den başka Saat 21-22 Şiirleri, Dört Hapisaneden, Rubailer isimli diğer şiirlerinin de olduğu günümüzdeki baskısından daha zengin kapsamdaki bu eski baskıların daha değerli ve kapsamlı  olduğunu düşünüyorum.


BLOG GÜNCELLEME NOTU: Yapı Kredi Yayınları, yıllar sonra ilk “yeni” baskısı yapılan “Kuvayı Milliye-Abidin Dino Desenleriyle” kitabını Mart 2013’de yayınlamıştır. (YKY sitesi burada.) Kitap kapak resmi aşağıda.



Destan, Başlangıç bölümündeki “Onlar” başlığı altındaki mısralar ile başlar ve destanın son kısmı da aynı mısralar ile biter:

Onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
cahil,
hâkim,
ve çocukturlar

1 Ekim 2012 Pazartesi

UNUTULMAZ ÜÇLÜ (ÖYKÜM)



       İki aylık olarak yayınlanan NOTOS Edebiyat ve Öykü Dergisi’nde amatör yazarlar için her sayıda bir resim veya fotoğraf yayınlanarak bu resim/fotoğrafa uygun olabilecek, 400-900 kelime ile sınırlı olacak bir öykü kurgulamaları istenmekte. Gönderilen bu öyküler bir sonraki sayı için değerlendirilmekte ve en uygunu seçilip yayınlanmakta. Böylece, en azından bir yazar adayının öncelikli olarak kendisi ile yarışması, bunun paralelinde de yayınlanmayı hak eden öykü ile kendi yazdığını kıyaslayarak; kendi kurgusunu, dilini, hatta hayal gücünü fark etmesi amaçlanmakta. Resim veya fotoğrafın derinliğine ne kadar yaklaşılırsa öykünün de o denli başarılı kabul edileceği dergide belirtiliyor. Elbette uygun bir üslup ve kurgu sağlanarak…              
   NOTOS Öykü’nün Ağustos-Eylül (35’nci) sayısında İspanyol ressam El Greco’nun “Fabula”isimli tablosu yayınlandı ve yine amatör yazarlardan bu resme uygun bir öykü kurgulamaları istendi. Derginin 36’ncı sayısında (Ekim-Kasım 2012 Sayısı) gönderilen öykülerden bu resme en uygun olarak Özge Kahraman’ın “Tek İstedikleri Benim” öyküsü seçilmiş. Bence güzel bir öykü kurgulanmış. Ben de bu resim için “Unutulmaz Üçlü” öyküsünü kurgulamış ve göndermiştim. Aşağıda, göndermiş olduğum “Unutulmaz Üçlü” öyküsü ve ilgili resim bulunmakta. İsterseniz önce sayfanın ortasındaki resme bakarak siz de kafanızda bir öykü oluşturmaya çalışıp, sonra okuyabilirsiniz. Amatör yazarlıkta kendinizi denemek istiyorsanız Notos Edebiyat ve Öykü Dergisi’ni alıp ister serbest konulu, isterse belirlenen resimlere göre yazdığınız öykülerinizi  gönderebilirsiniz...
     Derginin 36’ncı sayısında ayrıca kapak konusu olarak bilimkurgunun ana konularından ütopya-distopya (geleceğin aydınlık ve karanlık toplumu) edebiyatı inceleniyor.
                      

                                       BİR RESİM, BİR ÖYKÜ – 1


                                                     UNUTULMAZ ÜÇLÜ

  Hayatımın  ışığı Isabella, mutluluğumuzun kaynakları çocuklarım Angelika ile Pedro,      
  Hepinizi çok özledim. Hepiniz rüyalarımda benimle konuşuyorsunuz. Az kaldı, biliyorsunuz. On dokuz gün sonra size kavuşuyorum. Bu mektubumu aldığınızda daha da az kalmış olacak. Kızım Angelika ve oğlum Pedro, size güzel hediyeler getireceğim yine. Ama söylemem, sürpriz olsun. Ah Isabella, senin kokunu öyle özledim ki, bilemezsin. Sen şimdi yine, benim kocam aç kalıyor mudur, acaba istediği şeyleri yiyebiliyor mudur diye merak ediyorsundur. Merak etme, seninkiler kadar güzel olmasa da bazen güzel yemekler de çıkıyor burada. 
 Yalnız bu aralarda hemen hiçbirimizde keyif kalmadı. Talihsiz bir şeyler oldu ve sihir birden bozuldu. Bizlerde keyif yokken seyirciyi nasıl keyiflendireceğiz hiçbirimiz bilmiyoruz. Feliciano, biliyorsun kendisi sirkin sahibi olarak burada elinden geleni yapıyor. Gülüyor, bizlere takılıp fıkralar anlatıyor, ama hiçbirimiz o üçlüyü unutamıyoruz. Hepiniz hatırlarsınız, beni uğurlamaya geldiğiniz o sabah önce o yaramaz oğlanı görmüştünüz. Biz konuşurken, önce yanımıza gelmiş ve Pedro’nun elindeki küçük fıstık torbasını kapmıştı. Uzağa kaçıp sevinç çığlıkları atmış ve sonra tekrar yanımıza gelmişti. Fıstıklar bitmişti tabii. Sonra da küçük Angelika’mın beyaz şapkasını kafasından kapıp kaçmış ve kendi başına takmıştı. Biz gülmekten kırılırken o sevinç çığlıkları atıp etrafta koşturup duruyordu. Evet, yaramaz ama çok zeki bir şempanzeydi. Sonra koşturarak gelen Antonio’yu görmüştünüz. Paco’ya kızıp derhal şapkayı iade etmesini söylemişti. Paco da hemen getirmiş ve şapkayı Angelika’ya verdikten sonra aynı ona öğretildiği şekilde onun elini nazik bir şekilde tutup öpmüş ve başını öne eğip mahcup şekilde durmuştu. Antonio, daha 12 yaşında olmasına rağmen gerçek bir liderdi. Tüm bu numaraları onlara nasıl öğretirdi ve onlar da nasıl yaparlardı hepimiz şaşar kalırdık. Tabii bir de Ricardo vardı. Antonio ile Paco’nun arasına, sonradan Feliciano’nun isteği ile katılan üçlünün son halkası. Sizler onu görmediniz. Çok temiz, biraz safça bir adamcağızdı. Hiç kimseye bir zararı olmayan Ricardo,

17 Eylül 2012 Pazartesi

EN SAĞLIKLI VE DOĞAL YOĞURT: KENDİ MAYALADIĞINIZ YOĞURT



                                          Fotoğraf, www.lezzetlisomunlar.blogspot.com sitesinden alınmıştır.
    
    Piyasada satılan yoğurtların pek çoğunda katkı maddeleri olduğunu öğrendiğimde “tamamen doğal yoğurt” arayışına girdim ve yaklaşık bir aydır da kendi mayaladığım yoğurdu yapıp yiyoruz. Daha pratik olduğu için yoğurt makinesi satın alarak yaptığım yoğurdun yapımını anlatmadan önce; bazı üreticilerin yoğurtta yaptıkları “katkıların” neler olduğunu araştırıp öğrendiğim kadarıyla size de aktarayım. 
 Birkaç ay önce bir bilim adamının yoğurtla ilgili bir haberini okumuştum. (Bakınız: Cumhuriyet Gazetesi 05 Nisan 2012 tarihli haber ). Bu haberde, İstanbul Üniversitesi’nden Dr. Yavuz Dizdar, yoğurt da dâhil olmak üzere marketlerdeki uzun ömürlü gıdalardan uzak durulmasını tavsiye ediyor ve marketlerde bulunan yoğurtların içinde “glutatyon maddesi”nin bulunmadığını belirtiyor. Hâlbuki bu maddenin bir yoğurtta olması gereken ve bizleri birçok hastalıktan koruyan bir madde olduğunu; endüstriyel yoğurtlarda bu maddenin çeşitli nedenlerle (yoğurdun raflarda ekşime yapmaması, yoğurdun uzun süre dayanması vb.) yoğurt üreticileri tarafından alındığını söylüyordu. Bu haberi okuduktan bir süre sonra, televizyonda da yine doğal yoğurt konusunu görünce internette biraz araştırma yaptım, sonra da bir yoğurt makinesi alarak doğal yoğurt sürecine giriş yapmış oldum.  

BAZI ENDÜSTRİYEL YOĞURTLARDA NELER VAR:

    Yoğurt üretimi yapılırken sütün bir kısmı buharlaşma sonucu kayboluyor. Maliyeti azaltmak için de “milamin”, “selüloz” ve “süttozu” gibi katkı maddeleri katılıyor. Bu maddeler hem kıvamı artırıyor, hem de çok daha az süt kullanıldığı için üreticilerin maliyetini düşürüyor. Sağlık Bakanlığı tarafından bu maddelerin ancak belirli bir sınırda kullanımına izin veriliyor. Bu maddelerin, özellikle milamin ve selülozun uzun vadede insan vücuduna nasıl etki ettiğine dair bilimsel çalışmalar bulunmuyor. Eğer varsa da bunlar kamuoyu ile pek paylaşılmıyor.  
     Kıvam artırıcı olarak kullanımına sınırlı olarak izin verilen bir diğer katkı maddesi de “jelatin”. Son dönemde jelatin hakkında da bazı iddialar mevcut. Ülkemizde üretimi henüz olmadığı için dışarıdan ithal edilerek gelen bu maddenin önemli bir bölümü Avrupa ve Amerika Birleşik Devletlerinden geldiği ve bunların da domuzların deri, kemik ve bağ dokularından üretildiği TV haber programlarına da konu olmuş. (Bakınız: 17 Haziran 2012 tarihli NTV Haber programı.) Jelatin maddesi, pasta kremalarından bazı şekerleme türlerine, eritme peynirlerinden şampuanlara kadar pek çok yerde kullanılıyor. 
    Eğer meyveli yoğurt yiyor veya çocuklarınıza yediriyorsanız bu maddelerden başka “E” türevi gıda boyaları da vücuda alınıyor demektir. Bunlardan özellikle E102, E104, E110, E122, E124, E129, E211 isimli maddelerin zararlı olduğu biliniyor. Meyveli yoğurtların içeriğinde bu maddelerin olmamasına dikkat etmek gerekiyor. Hatta en iyisi endüstriyel tip meyveli yoğurtlardan kaçınmakta fayda var. 
    Yoğurdun üstünde kaymak olması sizi yanıltmasın. Bunun yolu da bulunmuş. Tereyağı aromalı

8 Eylül 2012 Cumartesi

KARGANIN GÜLDÜĞÜ – Nihan TAŞTEKİN (KİTAP)




    Polisiye edebiyatına ilk olarak ortaokul ve lise yıllarında merak salmış ve okumuştum. Bunlar, Agahta Christie romanları ve bazen kara filmlere (film noir) önemli kaynak da olan bazı kara romanlardı. Sonra polisiyeye epey bir ara verdikten sonra benzer bir türdeki Patricia Highsmith romanlarını zevkle okudum. Araya başka türler girerek okumalarım devam etti. İki yıl kadar önce, Ankara’da ara sıra uğradığım sahaf Ayhan (Ataman) ağabeyin tavsiyesi ile polisiyeye bir anlamda dönüş yaptım. Geçmişte Akba Yayınlarından çıkmış olan Cornell Woolrich, (ya da bizde bilinen adıyla Wiilliam Irish), Erle Stanley Gardner, Ellery Queen gibi yazarların gerçekten güzel polisiye romanları ile tanışmış oldum. 
    İki yıl önce, polisiye romanlar ararken gözüm raflarda bir Türk kadın yazarın kitabına takılmıştı. “Kertenkelenin Uykusu-Nihan Taştekin”. Pek fazla beklentim olmadan kitabı alıp okudum ve beklentimin tersine şaşırarak beğendim. Bu kitapta Cem Beyoğlu isimli bir Türk dedektif tanıtılıp polisiye bir olayı çözmesine tanık oluyorduk. Kitabın konusu bir yana, romanda çok çarpıcı bir dil, gerçeklik ve akıcılık vardı. Buna yer yer ince bir mizah da eşlik ediyordu. Bu da okumanıza keyif katıyordu. Sonra yazarın yayınlanmış ikinci bir kitabı olduğunu öğrenip onu da okudum. Bu arada, “İyi bir okur, kitap takip etmez, yazar takip eder” sözüne çoğunlukla inananlardanım. Yazarın “Yağmur Başlamıştı” isimli ikinci romanı fena değildi. Ama,

27 Ağustos 2012 Pazartesi

YÖRÜNGE ROMANI (The Gravity)(Tess GERRITSEN)


   
        Sadece yeni okumuş veya okumakta olduğum değil, geçmişte okuyup beğendiğim kitapları da burada tanıtıyorum. Üç yıl kadar önce arayıp zar zor bulabildiğim, okuduğumda da aradığıma değmiş dediğim bu kitap, Tess Gerritsen’in yazdığı, uzay istasyonunda geçen bir bilimkurgu gerilimi olan “Yörünge”, orijinal ismiyle “The Gravity” romanı. Eserin orijinal ismi, “Yerçekimi” olmasına rağmen kitap için “Yörünge” ismini koymak Bilge Kültür Sanat Yayınevi için daha uygun bir seçenek olmuş.
       Yörünge romanında olaylar okyanusun altı bin metre altında bir araştırma ile başlar. Burada olağanüstü ortamda bile yaşayabilen bir canlının varlığına okur olarak şahit oluruz. Daha sonra kontrol altındaki bir virüs, bilimsel bir araştırma amacıyla uzaya, Uluslararası Uzay İstasyonu’na gönderilir. Böylece, zorlu bir süreç, ölüm kalım mücadelesi de başlamış olur. Yerçekiminin olmadığı, ağırlıksız ortamdaki Uzay İstasyonunda yaşamak zaten çok kolay değilken, bir de kontrolden çıkmış olan bu virüsü bertaraf etmek, hem uzay ekibindekiler için, hem de NASA dahil olmak üzere dünyadaki uçuş kontrol ekibi için hiç kolay olmayacaktır.
    Yazar, romanında uzaya yolculuk yapıp dönmekle ve bir Uluslararası Uzay İstasyonu’nda yaşamakla ilgili önemli bilgileri bize işlediği konunun paralelinde naklediyor. Romanı bitirdiğimde yazarın bu romanı yazabilmek için sıkı bir araştırma yapmış olduğunu düşünmüştüm. Yazarın Kasım 2011’de İstanbul Kitap Fuarı’na imza günü için katıldığını gördüğümde yazarla tanışmak ve konuşmak istedim. “Çırak” isimli kitabını alıp “Yörünge (The Gravity) romanını okuyup çok beğendiğimi, bu roman için çok araştırma yapıp yapmadığını sorduğumda, haftalar boyu araştırma yaptığını, NASA da dahil olmak üzere bir çok bilimsel kuruma gittiğini belirtmişti. 
       Roman, salt teknik konularla dolu bir gerilim bilimkurgu romanı değil elbette. Yer yer duygusal olayların yaşandığı; sevgi, özlem, yaşamın değeri gibi konuları da başarıyla romanda barındıran güzel bir eser. Romanı, şu anda piyasada ikinci el de dahil olmak üzere bulmanız oldukça zor. Bu nedenle eğer bir şekilde bulursanız kaçırmayın derim. Bu arada romanın (üçüncü) yeni bir baskısı niçin

20 Ağustos 2012 Pazartesi

DOĞADAKİ SAĞLIK – AYHAN ERCAN (KİTAP)



   İçindeki bilgilerden çekilmiş fotoğraflarına kadar gayet güzel hazırlanmış bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Türkiye Aktarlar ve Baharatçılar Derneği Başkanı ve bir bitki uzmanı olan Ayhan Ercan’ın hazırladığı “Doğadaki Sağlık” isimli kitabını sizlere tanıtayım.
    “Doğadaki Sağlık 50 Mucize Bitki-100 Mucize Kür” isimli kitabın ilk bölümünde adaçayından zencefile, biberiyeden yaban mersinine, çörek otundan sarı kantarona kadar, uzun yıllar sonucunda edinilen tecrübelerle yararlı ve şifalı olduğu öğrenilmiş onlarca bitkiden ve bunlarla uygulanabilecek kürlerden bahsediliyor. Her bir bitkinin kolayca tanınabilecek şekilde birkaç fotoğrafı da yazılara eşlik ediyor. 
     Örneğin, benim de sevdiğim ve değeri bizde pek bilinmeyen bir bitki olan zencefil konu edilirken, bitkinin kullanıldığı hastalıklar, zencefil ve artrit (romatizma), zencefil ve mide bulantısı, vitiligo, dolaşım bozukluğu, sinüzit, alerji, hazımsızlık ve reflü ilişkileri kısa kısa anlatılmış. Daha sonra da zencefilin macun olarak yapımı, çay olarak yapımı, tentür hazırlama şekli, salatalarda ve şeker hastaları için kullanımı gibi alt başlıklarla nasıl kullanılması gerektiği açıklanmış. Ayrıca bitkilerin yanı sıra Himalaya tuzu, arı sütü, propolis gibi diğer doğal ürünlerden ve bunların kullanım şekillerinden de bahsedilmiş. Özellikle Himalaya tuzu hakkında, geniş kapsamlı olarak hazırlanmış bölümü beğendim.   
  Kitabın ikinci bölümünde bazı hastalıklardan ve bu hastalıklarda kullanılabilecek bazı destekleyici kürlerden bahsedilmiş. Alerjiden karaciğer rahatsızlıklarına, böbrek rahatsızlıklarından varise kadar otuza yakın rahatsızlık için bazı bitkisel kürler tavsiye edilmiş.
     Kitabı hazırlayan Ayhan Ercan, televizyonda bazı programlara katılan bir bitki uzmanı olarak tanınıyor. Ben kendisini televizyonda henüz görmediysem de kitabının önsözünde belirttiği

ÇİZGİ ROMANDAN SİNEMAYA UYARLAMALAR-2: AZAP YOLU (Road To Perdition)


     Bu ay, film uyarlaması yapılmış olan “Road To Perdition” isimli çizgi romandan ve filminden bahsedeceğiz. Ülkemizde “Cehennem Yolu” ismiyle çizgi romanı yayınlanmış olan; dünyada da artık bir çizgi roman klasiği olarak kabul gören, dokuzuncu sanatın bu eşsiz eserinden uyarlanan “Azap Yolu” isimli filmi de gerçekten başarılı bir film uyarlaması olmuştu. Road To Perdition çizgi romanını ve filmini keşfetmeye başlayalım. 

 
ROAD TO PERDİTİON ÇİZGİ ROMANI:
    
      Ülkemizde de Cehennem Yolu ismiyle yayınlanmış olan Road To Perdition çizgi romanı (ya da grafik romanı) Max Allan Collins tarafından yazılmış ve Richard Piers Rayner tarafından çizilmiş ve ilk olarak 1998 yılında DC Comics markası altındaki Paradox Press etiketi ile yayınlanmış bir eserdir.  

 Road To Perdition Çizgi Romanının Yazarı Max Allan Collins ve Çizeri Richard Piers Rayner

  Halen 64 yaşında olan yazar Max Allan Collins, oldukça üretken bir roman ve çizgi roman yazarıdır. Bazı Batman, Dick Tracy albümlerini ve TV dizi senaryolarını yazmış, Ms. Tree isimli bir çizgi roman kahramanı yaratmış, birçok filmin vizyona girdikten sonra romanlaştırılmasında isim sahibi olmuştur. Yazarın, “Private Eye Writers Of America’s Shamus” gibi aldığı önemli ödüller bulunmaktadır. 
       Yazar, Road to Perdition’ı yazıp bunun önce çizgi romana sonra filme aktarılmasından sonra bu eserin romanını yazmış, daha sonra da “On The Road To Perdition Book” ana başlığı altında, değişik çizerlerle çalışarak, aynı kahramanlara daha ayrıntılı odaklanan üç farklı çizgi romanın (Oasis, Sanctuary ve Detour) yazarlığını da yapmıştır. 2004 ve 2005 yıllarında Road To Purgatory (Araf Yolu), Road To Paradise (Cennet Yolu) romanlarını yazarak Cehennem-Araf-Cennet üçlemesini baba Sullivan’dan oğul Sullivan’ın serüvenlerine kadar sürdürmüştür. Bu romanlar çizgi romana (Cehennem olanı “Road To Perdition” hariç) uyarlanmamıştır. Yazarın yaptığı tüm bu eserleri, ilk yayınlanan Road To Perdition çizgi roman senaryosu kadar çok başarılı olmamış, ses getirmemiştir.
       Yazar Collins, eserini yaratırken önemli araştırmalar yapmıştır. Fakat, ilginç bir durum olarak çizer Rayner ile eserin tamamlanması sürecinde hiç karşılaşmamışlardır. İncelediğimiz bu eserin başarısını sadece yazara dayandırmak doğru olmaz. Yazar, bu eseri yazarken Japon mangası “Lone Wolf and Cub” isimli eserden esinlendiğini açıkça söylemiştir. Çok iyi yazılmış bu eserin çizgi romana dönüştürülmesi ise tam anlamıyla bir şaheserdir ve bunu yaratan da

4 Temmuz 2012 Çarşamba

TÜRVAK SİNEMA TİYATRO MÜZESİ



     Geçen ay, Beyoğlu-Galatasaray’da bulunan TÜRVAK Sinema Tiyatro Müzesine gittim. Galatasaray Lisesi ile Yapı Kredi Bankası binası arasındaki meydandan biraz aşağı inince müzeyi bulup içeri girdim. Bu müze, 1996 yılında kurulan Türker İnanoğlu Vakfı’nın yönetiminde olan bir müze ve aynı zamanda vakfın da merkezi olarak bulunuyor. Müzenin tam ismi, “TÜRVAK Sinema Tiyatro Müzesi ve Sanat Kitaplığı”. Ben, kitaplık bölümünü gezmesem de isteyen araştırmacılar, akademisyen ve öğrenciler, sinema, tiyatro ve genel kültür alanlarındaki 60.000 ciltlik arşive sahip olan Ulvi Uraz Sanat Kitaplığı'ndan faydalanabiliyor. 

     Müzede, Giriş Salonu’ndan başka 4 ayrı katta birçok salon var ve hakkını vererek gezerseniz bir-iki saatinizi rahatlıkla harcayabilirsiniz. Fakat, müze salonlarında zamanın nasıl geçtiğini fark etmiyorsunuz. Benim tavsiyem, aceleye getirmeyeceğiniz bir zamanda gitmeniz. Kattan kata, salondan salona geçişte içinizdeki nostaljik duygular yoğunlaşabilir. Çünkü, sadece sinema değil, tiyatro, televizyon, hatta radyo dünyasından tanışık olduğunuz sanatçıları ard arda fotoğraflarda, balmumu heykellerde, afişlerde genç ve daha olgun yaşlarda görebiliyorsunuz. Bu arada film, televizyon ve tiyatro dünyasındaki yüzlerce sanatçının en güzel fotoğrafları da,

GOYA – ZAMANIN TANIĞI SERGİSİ



       Mayıs ayında Beyoğlu’nda Pera Müzesi’nde gezmiş olduğum “Goya- Zamanın Tanığı” isimli sergi hakkında, ancak şimdi yazabiliyorum. Bu sergi 20 Nisan’da açılmış ve 29 Temmuz 2012’de kapanacak. İspanyol resim dehasının toplam 230 eserini görmek için fazla bir süre kalmadı. Önce sergi hakkında izlenimlerimi yazıp sonra da hakkında biraz araştırma yaptığım Goya hakkında edindiğim bilgileri paylaşacağım.
     Pera Müzesi, önemli bir çalışmaya imza atarak ressam Francisco de Goya’nın, İtalya ve İspanya’daki bazı müzelerden ve koleksiyonlardan derlenen gravürler ile daha az sayıdaki bazı yağlı boya eserlerini izlememize fırsat sağlıyor. Ressamın gravür serileri, çoğunlukla döneminin karanlık yanlarını hicvediyor ve bazen de acımasızca eleştiriyor. Bu gravür serilerinin isimleri, Kapriçyolar, Savaşın Felaketleri, Boğa Güreşi, Atasözleri ya da Zırvalar isimli başlıklardan oluşuyor. Goya, 18 nci yüzyıl sonu İspanyol toplumunun, özellikle soyluların ve din adamlarının yergisi niteliğindeki “Kapriçyolar” serisi ile döneminin toplumsal aşırılıklarını ustalıkla eleştirebilen bir aydın olduğunu gösteriyor. Kapriçyolar’da İtalyanların karikatürlerinden yararlanmış. Kahramanların yüz hatları çoğunlukla abartılı. Hatta bazı yüzlerde insanların acımasızlığı, acizliği gibi özelliklerini vurgulamak için yüzler, bazı hayvanların başları ile temsil edilmiş. Bunun dışında “Savaşın Felaketleri” gravür dizisi de savaşın acımasızlığını gösteren gerçekçi bir seri.
     Sergide gravür serilerinden başka az sayıda da olsa ressamın yağlı boya tabloları da bulunuyor. Örneğin saray ressamı olduğu dönemden kalma; Kraliyet ailesine mensup kişilerin tabloları ile “Çocuk Oyunları Dizisi” tabloları bunların arasında bulunuyor. Goya’nın en ünlü eseri olan Mayıs’ın Üçü (Third Of May) tablosu sergide yer almıyor. Pera Müzesi’nde üç kat, ressamın gravür ve yağlı boya tablolarına ayrılmış durumda. Süreli olan bu sergiden başka diğer katlarda süreli olmayan koleksiyon sergileri var. Bunlar “Kesişen Dünyalar”, “Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri” ile “Kütahya Çini ve Seramikleri” sergileri…  
      Pera Müzesi’ne sergi giriş ücreti 10 TL, indirimli 5 TL. Fakat, bir miktar daha fazla ödeme yaparak bir yıl boyunca sergilere başka ücret ödemeden girebiliyorsunuz. Ayrıca Goya Sergisi’ne ait oldukça kapsamlı, 390 sayfalık albüm kitabı isterseniz 70 TL. karşılığında kitaplığınıza katabilirsiniz. Serginin çıkışında biraz olsun soluklanmak için alt kattaki Pera

12 Haziran 2012 Salı

RİDLEY SCOTT’IN BİLİMKURGUYA DÖNÜŞÜ VE PROMETHEUS (Film)


    
    Ridley Scott, benim gözümde, isminin tanınmasını sağlayıp gerçek anlamda çıkışını gerçekleştiren bilimkurguya sırtını dönmüş; bir anlamda aslını unutmuş olan önemli bir yönetmendi. (Bakınız: Alien ve Blade Runner ) Ta ki, geçen yıl Prometheus isimli bilimkurgu filmini çekme kararını verene kadar. Acaba kendisinden daha sıkı bilimkurgucu olan ve birkaç yıl önce Avatar filmi ile çok iyi kazanıp iyi bir gövde gösterisi yapan meslekdaşı James Cameron’a imrenmiş ve bilimkurguya dönüş yapmış olabilir mi?
      Prometheus filmi vizyona girip Eskişehir Espark’ta 3 boyutlu olarak filmi seyredince hem Ridley Scott’tan, hem de son filminden bahsetmemek olmazdı.
     İngiliz yönetmen Ridley Scott, 1937 yılında İngiltere’de doğmuş olup halen 74 yaşındadır. Film yönetmenliğine 1977 yılında başlamış olmasına rağmen; ilk önemli çıkışını artık bir bilimkurgu klasiği kabul edilen Alien (1979) ile yapmıştır. İlk defa seyrettiğimde beni gerçekten heyecanlandıran bu gerilim-bilimkurgusunu (scifi thriller) ben de çok beğenmiştim. Yıllar içinde bu filmin de devam filmleri geldi ve bir dörtlü seri oluştu: Alien Quadrilogy. Dört filmlik bu DVD film setini türün meraklılarına öneririm. Özellikle Ridley Scott yönetmenliğindeki ilk film ile James Cameron yönetmenliğindeki Aliens (1986 ) filmleri çok iyidir.
 
PROMETHEUS FİLMİ

    Prometheus filmi, bizi ilk Alien filminin de öncesi zaman olan, 21 nci yüzyılın sonlarına götürüyor. Arkeolojik bir keşif sonrası, üzerinde yaşam olma olasılığı olan bir gezegene 17 kişilik bir ekiple birlikte bir uzay gemisi yola çıkıyor: Geminin ismi: Prometheus. Filme ismini veren Prometheus, mitolojide öteki kardeşleri gibi, tanrısal düzene kafa tutmuş, karşı çıkmış ne var ki öteki kardeşlerinden farklı olarak sonunda insanoğlunu yaratarak ve onlara ateşi (yaratıcılığı, bilimi, uygarlığı) vererek bu düzeni değiştirmeyi başarmıştır. Filmde gemiye ismini veren bu ad ile mitolojideki anlamına göndermelerde bulunuluyor.
      Gemi gezegene indikten sonra gezegenin pek de güvenilir bir yer olmadığı zamanla ortaya çıkıyor. Alien filmini seyredenler hatırlayacaktır: Bu filmde, bir gezegene iniş yapan Nostromo isimli geminin mürettebatı adeta fosilleşmiş bir uzay gemisi ile onun pilotunu görürler, fakat bunun ne olduğunu anlayamazlar. Prometheus, bir anlamda bizi bu bilinmeyen durumun cevabına götürüyor. Film, yer yer 1979 yapımı Alien filmini hatırlatıyor. Elbette bunda, her iki