22 Ekim 2013 Salı

HARİKA BİR BİLİMKURGU VE YAŞAMA TUTUNMA FİLMİ: YERÇEKİMİ (The Gravity-2013)


                                                                   This article is dedicated to all the people
                                                                                                           who made of the film The Gravity (2013)


     2012 yılı Ağustos ayında Yerçekimi (The Gravity-2013) filminin gösterime gireceği belliydi. Ben de Tess Gerritsen tarafından yazılan Uluslar arası Uzay İstasyonunda (ISS) geçen ve Türkçe’ye “Yörünge” ismiyle çevrilen bu okumuş olduğum aynı isimli romanı çok beğenmiştim. Yörünge (The Gravity) romanını geçen yıl (2012) blogumda da tanıtmıştım. (Linki burada). Hatta bu roman keşke filme uyarlansa diye düşünüyordum. O dönemlerde çekim aşamaları devam eden ve fragmanı bile bulunmayan Yerçekimi (The Gravity) filmi için basit bir macera-bilimkurgu filmi olur herhalde diye düşünmüştüm. Yanılmışım…Filmi 3D bir sinemada seyrettiğimde, Avatar’ın yönetmeni James Cameron’un söylediği gibi ben de hayranlıkla bakakaldım.

    Yerçekimi, neredeyse eksiksiz olan, olağanüstü görsellikle dolu harika bir film. Bu yazı, bu filme emeği geçen herkese adanmış olup seyredeceklere tavsiye niteliğinde taraflı bir yazı olacaktır. Yazıda filmin konusu, bu filmi niçin seyretmeniz gerektiği, daha sonra eklenmek üzere de film hakkında eleştiriler, filmin yapım aşamaları, meraklısı için ilgili diğer linkler gibi konu başlıkları olacak. 

Blog Notu: Resimlerin üstüne tıklayarak resimleri büyütebilirsiniz.

YERÇEKİMİ (The Gravity) FİLMİNİN KONUSU:

    Film, uzayla ilgili şu çarpıcı bilgilerle başlıyor: Dünya gezegeninin 600 km. yukarısında sıcaklık, +125 ile – 100 Celcius dereceleri arasında gidip gelir. Sesi taşıyacak hiçbir şey yoktur. Hava basıncı yoktur. Oksijen yoktur. Uzayda yaşam, olanaksızdır.


    Explorer isimli uzay mekiği, dünyanın üstündeki uzay boşluğundaki yörüngede görevdedir. Bu mekikte görevli olan Dr. Ray Stone (Sandra Bullock), görev komutanı Matt Kowalski (George Clooney) ile birlikte Hubble Uzay Teleskopuna bir tarama sistemi monte etmeye ve dünyaya giden veri akışını düzeltmeye çalışmaktadır. Hemen yakınlarındaki diğer astronotların yüzlerini göremeyiz. Dr. Ray’in kısmen bir fiziksel rahatsızlığı, kısmen de görevdeki acemiliği göze çarpmaktadır. Bunlardan daha önemlisi ise _daha sonradan öğreneceğimiz üzere_ yakın bir zamanda çocuğunu kaybetmiştir. Kowalski ise uzayda deneyim sahibi, artık son uçuşuna çıkmış, zor durumlarda bile espri yapabilen bir görev adamıdır.
    Houston (NASA) ile iletişim halindeler iken Rusların yörüngedeki kendi uydularını bir füzeyle vurdukları haberi gelir. Kısa bir süre sonra ise kötü haber gelir. Vurulan uydunun parçaları, uzayda gezinen diğer çöp cisimlerin kendi yörüngelerinden kopup yüksek hızla uzay boşluğunda dağılmalarına neden olmuştur. (Kessler Effect-Kessler Etkisi)
     Bu durum ise Explorer mekiği ile Hubble teleskopunun parçalanmasına ve diğer astronot arkadaşlarının ölümüne neden olur. Elbiseleri üzerindeki çok sınırlı oksijen kapasiteleri ile hayatta kalan bu ikili için zorlu yaşam mücadelesi başlamıştır. Nefesleri kesen bu mücadelede yörüngedeki diğer Uluslar arası Uzay İstasyonu’na (ISS)_ eski ismiyle Rusların Soyuz İstasyonuna_ ya da Çin Uzay İstasyonu’na kurtulmak için ulaşmaları mümkün olabilecek midir?... 


YERÇEKİMİ (THE GRAVITY-2013) FİLMİNİ NİÇİN SEYRETMELİSİNİZ?

1.    Abartısız olarak uzayla ilgili şu ana kadar yapılmış en gerçekçi, en iyi filmlerden biri olduğu için…

Filmin Fragmanı

2.  Gerçek hayata ve günümüz bilimine en yakın olan; batıda “Hard-Science Fiction” şeklinde isimlendirilen “bilime dayalı bilimkurgu”nun en kaliteli örneklerinden birini seyretmek için…
3.    Kendinizi gerçekten uzaydaymış gibi hissetmeniz için… Uzaya gidemeseniz de bir astronot gibi uzay boşluğunda bulunmanın nasıl bir şey olduğunu sanal olarak yaşamak için…
4.    Uzaydan dünyanın nasıl hem bu kadar harikulade, hem de nasıl bu kadar uzak ve erişilmez göründüğünü anlamak için…
5.    Filmi beğenen çok sayıda izleyicinin ve eleştirmenin yanılmadıklarını görmek için…
6.    Daha şimdiden İnternet Movie Data Base (IMDB) sitesinin puanlamasına göre 8.6 gibi oldukça yüksek bir puan aldığı ve şimdiden kült filmler kategorisine girmeye aday olduğu, bence en iyi bilimkurgu filmleri sıralamasında hep en yükseklerde bulunacağı için…
7.    3 Boyutlu film teknolojisinin (3D) bu filme ayrı bir karakter kattığı ve filmle çok uyumlu olduğu, böylelikle filmi izleme zevkini katladığı için…
8.    Basit denebilecek bir hayatta kalma senaryosu, uygun çekim teknikleri ve abartısız iki oyunculuk ile de çok iyi bir film çekilebileceğini görmek için…  
9.    Yönetmen Cuaron’un 4.5 yılını alan ve ona “Artık bundan sonra uzayda geçen bir film yapmam” dedirten; 100 milyon dolarlık yüksek bütçeli ve teknolojinin en son çekim tekniklerini kullanan Oscar’a aday olması çok muhtemel güzel ve nefes nefese bir film görmek için…


10.  George Clooney’in kısa, tebessüm ettiren rolünü görmek ve neredeyse filmi tek başına götüren Sandra Bullock’un etkili oyunculuğunu görmek için…

      BU FİLM SEYREDİLMELİDİR….ÖZELLİKLE DE 3D SİNEMADA…     

17 Eylül 2013 Salı

ÜÇ BÖCEK BİR ÇİÇEK (Öyküm)

   
    Aşağıda yer alan “Üç Böcek Bir Çiçek” isimli öyküm, NOTOS Edebiyat Dergisinin 34’ncü sayısında (Temmuz-Ağustos 2012) yer alan fotoğrafçı August Sander imzalı yukarıdaki fotoğrafından esinlenerek aynı tarihte tarafımdan yazılmıştır. NOTOS Edebiyat Dergisi, aşağıdaki bu fotoğraf gibi, yayınlanan her sayısındaki bir fotoğraftan amatör veya profesyonel öykü yazarlarının bir öykü kurgulamasını istemektedir.                                        
                                           ÜÇ BÖCEK BİR ÇİÇEK (Öykü)      

Mirsat:
     Postane kalabalıkçaydı. Sayaca bakıp sıramın ne zaman geleceğini tahmin etmeye çalışıyordum. Onu o sırada gördüm. Uzun kumral saçlı, uzun bacaklı, renkli gözlü, güzel bir genç kızdı. Yirmi-yirmi iki yaşlarında olmalıydı. Bir ara göz göze geldik. Gözlerini kaçırdıktan sonra gülümser gibi oldu. Sonra onun hemen yanındaki o tipi gördüm. Benim yaşlarımda, öğrenci gibi gözüken rahat bir tip. Yanına oturduktan sonra kıza bir şeyler söylediğini gördüm. Daha önce tanışmış gözükmüyorlardı. Bir ara cep telefonunu çıkarıp kurcaladı. Klasik numara. Kız pek ilgilenmiş gibi görünmedi. Kısa bir süre sonra o gençle kız sohbet etmeye başladılar. Biraz canım sıkıldı. Her ne kadar kızlarla konuşurken çok rahat olamasam da orada ben olsaydım, herhalde ben de kızla konuşurdum. Bir ara birlikte gülüştüler. Moralim bozulunca oradan uzaklaşmak istedim, çıkışa doğru yöneldim. Fakat, sonra vazgeçtim.
      Geri döndüğümde, kızın gişeye yöneldiğini gördüm.  İşlemi bitince de çıkışa doğru yöneldi. Hemen arkasından da o genç adam onu takip etti. Hiç işlem yaptırmadan hem de. Kızı tavlamış dedim içimden. İşlem falan umurunda değildi, kızla işi ilerletmek istediği bu şekilde belli oluyordu. Sıra numarama daha çok vardı. Havalemden vazgeçtim. İçimdeki merak duygusu ağır bastı. Ne yapacaklardı, nereye gideceklerdi? Bunun gibi şeyler işte. Arkalarından çıkıp onları takibe başladım…

Zafer:
     Final sınavlarım çok iyi geçmişti, o sabah hava da nefisti. Evden çıktığımda keyifliydim. O gün için planım faturayı ödemek ve bizim arkadaşlarla buluşmaktı. Kalabalık postanede bir sıra numarası aldım. Tam o sırada yaşlı bir teyzenin, oturduğu yerden kalkıp gişeye yöneldiğini gördüm ve yerine oturuverdim. Üçlü oturma grubunun başındaydım, yanımda da güzel bir kız oturuyordu. Yanımdaki kızın elindeki sıra numarasını gördüm. Dijital göstergede bir bir atan numaralara yakın bir numaraydı. Hemen kıza teklifimi yaptım.” Rica etsem, benim numaram çok geride. Saatlerce beklemek istemiyorum. Şu faturayı da alıp ödemeyi siz gerçekleştirseniz”. Kız abartılı makyajıyla yüzüme tuhaf tuhaf baktı. “Lütfen” dedim. Çok zor bir karar veriyormuş gibi “Peki” dedi sonunda.
     Etrafıma baktım, somurtmakta olan yüzleri gördüm. “Ey ahali, yaz gelmiş, hava nefis. Nedir sizin yüzünüzü böyle asan?” Bu düşüncemi bir pankarta yazıp üzerimde taşımayı ve somurtmuş insanların karşısında dikilip durmayı hayal ettim. Kimden başlamalı? Karşımda durup sanki bana biraz ters bakan ayaktaki genç arkadaştan başlayabilirim dedim içimden. Cep telefonumdan bir mesaj uyarısı geldi, çıkarıp baktım. Grubumuzun buluşma

31 Temmuz 2013 Çarşamba

SÜPER İYİ GÜNLER –Mark HADDON (KİTAP)


    Geçenlerde okuduğum hoş bir kitabı tanıtmak istiyorum: İngiliz yazar Mark Haddon’un yazdığı, kısa adıyla “Süper İyi Günler” romanı. Kitabın alt başlığı ile tam adını yazacak olursam “Süper İyi Günler ya da Christopher Boone’un Sıradışı Hayatı”. Romanın orijinal ismi ise “The Curious Incident of the Dog in the Night Time”, kaba bir çeviriyle “Köpeğin Gece Vaktindeki Tuhaf Olayı”.
    Romanda 15 yaşında, otistik özellikleri bulunan bir genci, kendi ağzından hem tanımaya başlıyor hem de yaşadığı durumlara ortak oluyoruz. Babasıyla yaşayan Christopher, dünyayı biraz farklı algılıyor, bu nedenle de kendi yaşıtlarından farklı bir dünyası var. Örneğin sıradan romanları okumuyor, daha çok matematik ve bilim okuyor. Bir cinayet romanı yazıyor. Kendi köpeğinin anlaşılmaz bir nedenle öldürüldüğünü gördükten sonra, bir dedektif gibi köpeğinin katilini bulma sürecini yazmaya başlıyor. Genç yazar Christopher, her ne kadar “Bu komik bir kitap olmayacak, Espri yapmasını bilmiyorum…” diye belirtse de çok içten, sıcak, naif anlatımıyla bizi gülümsetiyor, hatta yer yer kahkaha ile güldürüyor.

   Kısaca romanın konusunu toparlayacak olursak; Christopher Boone isimli otistik genç okulunda özellikle matematik alanında oldukça başarılı bir öğrencidir. Bir gece vakti Wellington isimli köpeğin tırmıkla öldürülmüş olduğunu görür ve köpeğin katilini bulmaya azmeder. Kendi yaşayış tarzına ve durumuna uymayan durumlarla yüzleşir, bu arada babasıyla da arası bozulmaya başlar. Yıllar önce kalp krizi geçirdiği için birden ortadan yok olan annesine özlemi artmaya başlar. Fakat yaşam, direnen ve mücadele edenlere hoş sürprizlerini yapacaktır. 

 KİTAPTAN BAZI BÖLÜMLER:

“… Ben yalan söylemem. Annem bunun iyi bir insan olmamdan kaynaklandığını söylerdi. Ama bunun nedeni iyi bir insan olmam değil. Bunun nedeni yalan söyleyememem…

… Otobüsle okula giderken peş peşe 4 kırmızı araba gördüm, bunun anlamı o günün İyi Bir Gün olacağıydı. Bu yüzden Wellington için daha fazla üzülmemeye karar verdim. Okuldaki psikiyatrist Bay Jeavons, bir keresinde bana neden peş peşe 4 kırmızı arabanın İyi Bir Gün, peş peşe 3 kırmızı arabanın İyi Sayılabilir Bir Gün ve peş peşe 5 kırmızı arabanın Süper İyi Bir Gün olduğunu ve neden peş peşe 4 sarı arabanın, kimseyle konuşmadığım, tek başıma oturup kitap okuduğum ve öğlen yemeğimi yemediğim ve hiç risk almadığım Kara Günlerden biri anlamına geldiğini sordu. Ayrıca oldukça mantıklı biri olduğumu ve böyle pek de mantıklı olmayan bir şekilde düşündüğüm için çok şaşırdığını söyledi. Her şeyin düzen içinde olmasından hoşlandığımı söyledim...

…Babam yumruğuyla masaya o kadar şiddetli vurdu ki tabaklarla onun çatalı ve bıçağı zıpladı ve benim jambon dilimim de brokoliye değdi, bu yüzden jambonu da brokoliyi de artık yiyemeyecektim. Sonra bağırdı: “O adamın adı benim evimde bir daha anılmayacak.” “Neden?” diye sordum. “O adam bir şeytan” dedi. “Bu, Wellington’u öldürmüş olabileceği anlamına mı geliyor?” dedim. Babam ellerini kafasına koydu ve “Tanrım bana yardım et” dedi…

16 Haziran 2013 Pazar

ÖTE TARAFTA BAŞLAYAN BİR “YARIM” AŞK ÖYKÜSÜ (ÖYKÜM)


                                                                                        Tüm Sevgililere ve Sevgililerini Bekleyenlere…

                                                                           Bil ki, sevgi makamı çok şerefli bir makamdır.
               Gene bil ki, sevgi, varoluşun aslı demektir.

              Muhyiddin Arabi

        Haberci melekler, “Ruh”un yanına geldiklerinde onu selamladılar ve Baş Meleğin huzuruna çıkma müjdesini ona verdiler.  “Ruh”, coşkuyla parıldadı. İçindeki coşku arttıkça taşıdığı ve yaydığı ışık da arttı. Ruh, haberci meleklerden birine “O “da geliyor değil mi?” diye sordu. Haberci melek bu soruyu olumladı ve şimdi bu müjdeli haberi ona da birlikte götüreceklerini söyledi.

       Haberci melekler ve “Ruh”, diğer “Ruh“un yanına gittiklerinde o sanki onların geleceğini biliyor gibi bekliyordu. Onların gelişini görünce coşkuyla parıldadı. Ruh, Onu görünce ne kadar şanslı olduğunu bir kez daha bildi ve Yaradan’a şükretti. “Öteki Ruh “ da aynısını yaptı. İkisinden parlayan ışıklar birden etrafı kapladı ve ikisini de içine alan büyük bir ışığa dönüştü.

       Birbirlerini tanıyan ve birbirlerine sevgiyle bağlı olan bu iki ruh un ışığını gören diğer melekler coşku içinde bir melodi söylemeye başladılar. Çok sık görülmeyen böylesi durumlarda söylenen bu tatlı melodi, yüksek sevgi birlikteliğini kutsamak ve Yaradan’ı anıp şükretmek adına söylenirdi. Haberci melekler bu melodiye katılmadılar, fakat bu iki ruhun önünde saygıyla eğilip yola devam ettiler.

     Haberci melekler refakatindeki iki ruh, her ruhun tekamüllerinin bir aşamasında gelmek isteyecekleri ve üstlenecekleri görevlere göre BaşMeleklerden en az biri tarafından görüşme ile onurlandırıldıkları semanın yüksek katlarından bir yere yükselerek geldiler. Refakatçi melekler onları selamlayıp ayrılırken daha yüksek semalardan hızla hareket ederek gelen ve yaklaştıkça büyüyüp semayı kaplayan muhteşem bir Nur gördüler. Tek ışık bedendeki iki ruh, bu muhteşemliğin altında ne yapacaklarını bilemediler. Dünya gözüyle bakılması mümkün olmayan bu Nurlu ışığa minnet ve biraz da korkuyla bakıp Yaradanın ismini andılar. Sonra da şükürlerini ard arda sıraladılar.
      Muhteşem güzellikteki ve görkemdeki bu Nur topluluğun başında koyu parlak mavi renkli büyük bir Nur, arkasında da sayısız melek ordusu vardı. Baş Melek, bu iki ruhun dayanabilmesi için ışığını ve gücünü azalttı ve onların yanına indi. 

10 Mayıs 2013 Cuma

10 MAYIS GÜNEŞ TUTULMASI ve 25 MAYIS AY TUTULMASI ile ETKİLERİ



    Bu yazıda önce, geçen ayki (25 Nisan 2013) ay tutulması yazımda olduğu gibi önce 10 Mayıs 2013’deki güneş tutulması ile bunun toplumsal ve kişisel etkileri konusu incelenecek ve ilgili linkler gösterilecek, sonra da bu sayfadaki yazının hemen altında 25 Mayıs 2013’deki ay tutulması hakkında bilgiler verilecektir. 25 Mayıs’taki ay tutulması konusu önümüzdeki günlerde ilgili kaynak sitelerdeki bilgiler genişledikçe güncellenecek ve biraz daha geniş bilgiler ve linkler burada önümüzdeki iki hafta içerisinde sunulacaktır.  

10 MAYIS GÜNEŞ TUTULMASI ve ETKİLERİ:

    10 Mayıs Cuma 2013 tarihinde Türkiye saati ile (tutulma ortası olarak) 03.19’da halkalı güneş tutulması gerçekleşecek. Ülkemizden bu tutulma görülemeyecek, çünkü biz o saatte geceyi yaşamış olacağız. Güneşin o saatte görüldüğü ve dolayısıyla tutulmanın görülebileceği yerler, Orta Pasifik bölgesi, Yeni Zelanda’nın büyük bölümü, Avustralya ve Endonezya olacak.(Bakınız: Üstteki resimdeki yeşil ve mavi taralı alanlar ya da aşağıdaki resimde kırmızı şeritli alan) Esasen tutulma zamanı olarak gölge konisi de hesaba katıldığında tam olarak gece 00.25’de başlayıp 06.25’de bitecek. Fakat, gözle görülebilen tutulma yaklaşık 6 dakika sürecek.



     Bulunduğumuz 2013 yılı içerisinde 5 tutulma birden yaşayacağız. Toplamda 3 adet ay tutulması ve 2 adet güneş tutulması. Esasen bir yıl içinde çoğunlukla 4 astrolojik tutulma yaşanıyor. Fakat, bu yıl gökyüzündeki gezegenlerin, güneşin ve ayın konumu gereği 5 tutulma

25 Nisan 2013 Perşembe

AY TUTULMASI 25 NİSAN 2013 VE DEĞİŞİM RÜZGÂRLARI

     
       25 Nisan 2013 Perşembe günü Türkiye saati ile 21.03’den gece 01.11’e kadar yaklaşık dört saat süreli (tam ve yarı gölgeli tutulma süreleri birlikte) parçalı ay tutulmasını yaşayacağız. Tam gölgeli (esas) tutulma 22.54 civarında başlayıp 23.22’de bitecek. (Bakınız: Aşağıdaki ikinci şekilde kırmızı renkli olan "Gölge" bölümü)  Bu yazıda ay tutulması hakkında genel bir bilgi verip bu tutulmanın daha çok ülkemiz için ve biraz da kişisel bazda ne gibi etkileri olabileceğini görmeye çalışacağız.  (Ay tutulması ile ilgili ayrıntılı bilgiyi yazının sonunda ve verilen ilgili linklerde de görebilirsiniz) Eğer hava açık olursa, gece çıplak gözle de ay tutulmasını izleyebileceğiz. Bilindiği üzere ay tutulması demek, ay, dünya ve güneşin üçünün aynı hizaya denk gelmesi, dünyanın ay ile güneş arasına girmesi ve ay tarafına giden ve güneşten gelen ışığın önüne dünyanın gelmesi nedeniyle dünyanın gölgesinin ay üzerine düşmesi demek oluyor. (Bakınız: Aşağıdaki şekiller) Bu tutulmalar genelde yılda birkaç kez oluyor. Ay tutulmalarını genelde güneş tutulmaları takip ediyor. Nitekim 10 Mayıs’ta ülkemizden izlenemeyecek bir güneş tutulması da olacak.


  
    

     
     Astroloji, çoğu zaman tartışmalı bir bilim olagelmiştir. Çünkü yıldız ve gezegenlerin konumuna bakarak kişiler, hatta ülkeler hakkında yorumlarda bulunmak ve bunların gelecekleri hakkında tahminlerde bulunmak pek çok kişiye inandırıcı gelmemiştir. Tam tersine çok kişinin de inandığı ve merak ettiği bir konu olmuştur. Ben, astrolojinin potansiyel durumlarla ilgili bir bakış açısı sunduğuna ve çoğu zaman da haklı çıktığına inanıyorum. Yani olması muhtemel gelişmeleri, kişinin astrolojik durumuna bakarak yorumlamak olarak bakıyorum ve buna büyük oranda

21 Nisan 2013 Pazar

TEDAVİDE VE SAĞLIKTA ÖZLENEN YENİ ve MODERN YAKLAŞIM: ŞİFA SENDE-Erhan Özer (KİTAP)


Hastalıkların tedavisindeki en büyük yanlış, vücut için başka, ruh için başka bir doktor olmasıdır. Oysa bunlar birbirinden ayrılamaz.
Hippokrates
   
    Eylül 2012’de basılıp günümüze kadar çok sayıda baskı yapan (ben 8’nci baskısını Mart 2012'de almıştım) Doktor Erhan Özer’in Şifa Sende İsimli kitabını size önemle tanıtmak istiyorum. Dr. Erhan Özer bu kitabını 30 yılı aşkın okuma, gözlem, araştırma, kendini geliştirme ve iç arayışın sonunda yazdığını, kendi doğumundan kitabını yazdığı zamana kadar yaşamda karşısına çıkan olayların, kişilerin birer tesadüf olmadığını böylelikle anladığını yazıyor.
    Aylar önce bir gazetede yazar-doktorun kendisiyle yapılmış bir röportajını okumuştum. Sanatçı Nilüfer’in son dönemdeki önemli bir rahatsızlığına ilişkin doktorluğunu yaptığını o zaman öğrendiğim doktorun röportajını okuyunca “ Ne güzel, kendini gelişen çağa uydurmuş modern bir doktor. Tedavilerdeki süreç, artık bu bahsedilen boyuta gidiyor” diye içimden geçirmiştim. (Söz konusu röportajın linki burada ve en altta). Kitabı okuyunca bu görüşlerim daha da pekişti. Tıp dünyamızda böyle açık görüşlü, mevcut sistemi sorgulayıcı, modern bilgilere kendini adapte etmiş bir doktorun, yine böyle güzel bir eseri ortaya çıkardığını görünce bunu paylaşmam gerektiğini fark ettim.

   Kitabın 259 sayfası içinde toplam 11 bölüm bulunuyor. İçindekiler bölümünde hangi bölümlerin olduğunu aşağıdaki sayfada görebilirsiniz.


                              Şifa Sende Kitabının İçeriği (Resmin üstüne tıklayıp büyütebilirsiniz)


DR. E.ÖZER’İN BU KİTABI YAZMA NEDENLERİ VE BAZI TEMEL HUSUSLAR:

Ø  Tanrı parçacığının (Higgs Bozonu) bulunması, artık tıp alanında da duruma hücre seviyesinde değil, atomaltı seviyede bakmayı gerektiriyor.
Ø  Kronik (müzmin, süregelen) hastalıklar bir kader değildir. İnsanların dünyaya gelişlerinin bir amacı vardır, o da tekâmüldür (ruhsal gelişim). Hastalıklar da ruhsal tekamülün bir parçasıdır.
Ø  Tıbbın, insanın bir ruhunun olduğunu yeniden hatırlaması gerekiyor. Tıp alanındaki en büyük problem, ruh, zihin, beden bütünlüğünün kurulamamış olmasıdır. Bunlar kopuk değerlendirildiği için bütünün tamamı görülemiyor.
Ø  Tüm hastalıkların kaynağı, ruhsal ve duygusal çatışmalardır. (Kazalar, yaralanmalar, zehirlenmeler ve zararlı ışınlara maruz kalma hariç) (Örneğin kanserin varlığı, üç önemli bileşenin bir araya gelmesiyle ortaya çıkıyor. Bunlar , o kişi için aşırı dramatik bir durumun olması, bunun beklenmedik olması ve kişinin yalnızlığa doğru itilmesi.) Hastalıkla ilgili çatışmayı ortadan kaldırdığınızda hem ilgili organ, hem beyin ve hem de psikoloji; üçü birden iyileşir. Böylelikle ruhsal gelişimin de yolu açılır.
Ø  Dünyaya geliş amacımız, ruhsal olgunlaşmadır (tekamül). Bilincimizi ve frekansımızı daha üst bilinç ve frekans seviyelerine yükseltmeliyiz. Yaşamda amaçladığımız sadece haz alma amaçlı duygu tatmini yoluna gitmemiz bize ancak geçici mutluluklar ve bazı bağımlılıklara götürür. Halbuki, evrensel yasalar gereği olması gereken ruhsal tatmin gerçekleşmezse, hayat bize gitgide sıkıcı hale gelmeye başlar.     
Ø  Sevgi, evrenin gücüdür ve ruhsal tatminin de anahtarıdır. Kendi ruhumuzu evrenle bütünleştirmek için ilk şart olarak kendimizi sevmemiz gerekir. 


KİTAPTAN BAZI ÖNEMLİ SATIR BAŞLARI:

Ağrı ya da hastalıkların ana kaynakları şunlardır:

1. Bedensel alandaki asitlenme ve regülasyon blokajları
2. Zihinsel alandaki duygusal çatışmalar ve regülasyon blokajları
3. Ruhsal alandaki düşünce çatışmaları ve regülasyon blokajları

Regülasyon blokajı, vücudun kendini yaşatmak ve korumak için kullandığı bir çeşit sigorta sistemidir. Hastalığın kaynağı hangi alandan geliyorsa o alandaki regülasyon blokajları tedavi edilmelidir. Bunlar tedavi edilmezse enerji kapasitesi kaybedilmeye başlanır. 

Asitlenme, Duygusal ve Düşünce Çatışmaları:
Ağrı ya da hastalıkların diğer ana nedenleri olan bu konularla ilgili olarak geniş açıklamalar ve öneriler bulunuyor. Asitlenmeden korunmak için vücudumuzu alkali hale getirmemiz, bu maksatla da yiyip içtiklerimize dikkat etmemiz gerektiği belirtiliyor. Örneğin içtiğimiz su, mümkün olduğu kadar alkali olmalı, (1 Litre suya 1 tatlı kaşığı kadar karbonat katılabilir), bunun yanı sıra rafine değil, doğal tuzlar tercih edilmeli (Deniz tuzu, Himalaya tuzu gibi). Daha ayrıntılı bilgiler kitapta bulunuyor. (Kitapta bahsedilen asitlenme ve alkali beslenme ile ilgili Ayşegül Çoruhlu'nun Alkali Diyet isimli kitabıyla ilgili yazmış olduğum tanıtım yazısı burada
     
HASTALIKLARDAN KORUNMANIN ve TEDAVİNİN RUHSAL BOYUTU:

     Kitapta ruhsallık ile hastalığa yakalanma ve tedavi olma arasındaki yakın ilişkiler sık sık analiz ediliyor. Duygusal ve düşünce çatışmalarına yol açan nedenler, yazarın hastalarında görüp edindiği tecrübeler ışığında okurlara sunuluyor. Biz, en önemlilerinden bir kısmını buraya aktaralım:
ü  Niyetimiz ana belirleyicidir. Niyetinizi siz belirlersiniz. Bedeniniz buna uyum göstermek zorundadır. Bu nedenle niyet belirlerken çok dikkatli olmalıyız. Düşünceleriniz gerçekleşir. İyi ya da kötü fark etmez.
ü    Yaşam içinde sürekli karşılaştığımız problemler, onlarla rezonansa girdiğimiz insanlar ve sıkıntılar, aslında kozmik plandaki amaçta yol göstericilerdir.
ü    Hep karşı tarafta suç buluyorsanız, hep kurban durumundasınız. Halbuki, yaşadıklarınız bir şekilde size bir şey anlatmaya çalışır ve sizin için bir öğrenme yöntemidir. Anne ve baba da bu öğrenme yolculuğunda başrol oynar. Eğer anne ve babanızla ilgili bir problem dikkatinizi çekiyorsa, bilin ki sizin de hayatınızda öğrenmeniz gereken ders bu ve sizin de bu problemi halletmeniz gerekiyor. 
ü  Halletmemiz gereken problemlerin kaynağını kendimizde aramamak ve sorunları görmezden gelip mazeretlere sığınmak, kanserin en önemli nedenleri arasındadır. Evrensel frekanslarla uyumlu olmadığımız için ve her şeyi ilaçlarla perdelediğimiz için bunlar oluşuyor.

24 Mart 2013 Pazar

NEY, MEY VE HEYHEY: NEYZEN TEVFİK (İnceleme)

                                                                         

                 

                     

                                                                                          Neyzen Tevfik’in Anısına Saygılarımla…

                                            Alem mi ne der, ne derse boştur,
                                                       Allah, şu tabiatım ne hoştur…Neyzen Tevfik
Neden Neyzen Tevfik yazısı?
Önce, çok iyi bir neyzen olduğu için…
Kendisini az tanıyan kimseler tarafından alkolik, ruh hastası, derbeder gibi tanımlamalarla anıldığı halde, aslında büyük bir mizah ustası ve felsefe yönü oldukça kuvvetli bir düşünür olduğu için…
Toplum kurallarını hiçe sayar gözükürken bile, toplumun kendi koyduğu yanlış kurallar ile eğlendiği, toplumda oluşup yozlaşmaya yüz tutmuş sözde değer yargılarının ne denli boş olduğunu anlatmaya çalıştığı için…
Yaşadığı dönemde toplumda ve çevresindeki olaylara gösterdiği korkusuz tepkiyi, oldukça ustalıklı bir şekilde yergilerinde, dizelerinde ve sayısız nüktede keskin zekâsıyla yansıttığı için…
Kısacası, Ney’i, Mey’i (İçkisi) ve Heyhey’i (Gelip giden zararsız deliliği)  ile tarihe damgasını hoş bir şekilde vurmuş haksızlıklara duyarlı, içi dışı bir, samimi, dürüst, orijinal bir adam olduğu için…
Özel bir neden daha: Yılın aynı günü doğduğumuz için…


BLOG NOTU:  24 Mart 2013 tarihi,  Neyzen Tevfik’in doğumunun 134’ncü yıl dönümüdür.
 Sanal ortamda Neyzen Tevfik’e atfedilen, sonradan uydurulmuş özellikle mısralar ve anekdotlar da yer almaktadır. Bu nedenle, internet dışında, özellikle basılı bazı kaynaklardan yararlanılarak yazılan bu yazının sonunda, yararlanılan kaynakça yer almaktadır. 

NEYZEN TEVFİK KİMDİR ve HAYATI:  

    

    Neyzen Tevfik, 24 Mart 1879’da Bodrum’da (Muğla) doğdu. Asıl adı Mehmet Tevfik Kolaylı’dır. Kolaylı soyadını Soyadı Kanunu çıkınca almıştır. Babasının aile kökeni Samsun’un Kolaylıoğulları sülalesinden gelir. Annesi, Bolu’nun Müstakimler nahiyesinden Abdurrahman kızı Emine Hanım, babası Samsun-Bafra’dan olan ve Bodrum’da Rüştiye Başmuallimi olan Hafız Hasan Fehmi Efendi’dir. Çocukluğu, kendi deyişiyle hayatının en güzel dönemidir. Kişilik yapısı olarak oldukça meraklı bir yapısı olduğu çocukluğunda belli olmuştur. Öyle ki, kendisine alınan çeşit çeşit oyuncağı merak duygusu ile açmış, bozmuş, kırmış ve yeniden yapmaya çalışmıştır. Biraz büyüyünce içinde doğa ve deniz sevgisi uyanmaya başlamış. O dönemde bindiği ve kullandığı kayık ile kaptan olma hayalleri kurmuştur.
     Çocukluğundaki iki olay, Neyzen Tevfik’i çok etkilemiş ve yaşadığı bu olaylarla bir anlamda hayatı yön kazanmıştır. İki olay da 1886 yılında yani 7 yaşlarında iken meydana gelmiştir. Neyzen, babasıyla bir yürüyüş esnasında Tepecik Kahvesi’ne geldikleri sırada yüzleri kendi deyişiyle aşk-ı Hüda’dan parlamış iki gezgin derviş görür. Adamlardan biri torbasından ney çıkartıp üflemeye başlar. Adeta insanı mest edip kendinden geçiren bu neyden ve çıkardığı seslerden çok etkilenen küçük Tevfik, babasından böyle bir ney ister, fakat babası buna itiraz edince çardaktan bir kamış koparıp kaval haline getirir ve çalmaya başlar. Bu olay, ney ile tanışmasına ve kendi adını veren neyzenliği öğrenmesine vesile olur. Yine aynı yıl, Muğlalı Kel Mülazım Hüseyin Ağa müfrezesinin şehir çarşısında ibret olsun diye halka gösterdikleri isyancıların kesik başlarını görmesi, küçük Tevfik’de onarılmaz yaralar açmıştır. 1946 yılında bir gazeteye verdiği röportajda Neyzen Tevfik, yıllar boyu peşini bırakmayan sara nöbetlerinin başlangıcını bu olaya dayandırmaktadır.
     1886 -1887 yıllarında gezginci şairlerden Tahir ile Zühre, Leyla ile Mecnun gibi aşk şiirleri dinledikten sonra şiire de merak salmaya başladı. 1892 yılında babasının Urla’ya atanmasından sonra 13 yaşına kadar yaşadığı Bodrum’dan ailesi ile birlikte ayrılır. Fakat, burada eski yaşayış tarzını ve çevresini bulamayan küçük Tevfik sıkıntıya girer. 1893 yılında bir berber dükkanında ney çalan Berber Kazım Ağa’nın çaldığı neyden etkilenir, tıpkı 7 yaşında iken gezgin dervişlerin üflediği neyi dinlerken olduğu gibi. Bu kez, bir ney edinir ve Kazım Ağa’dan ney dersleri almaya başlar. Aynı dönemlerde ilk sara (epilepsi) nöbetini geçirir. Bu nöbetler tekrarlamaya başlayınca ailesi endişelenir ve bunun ney üflemekten olduğunu zannederek ney ile ilişkisini kesmek için ney çalışmalarını kendisine yasaklar. Nöbetler tekrarlar, doktorlar, hocalar, türbeler bu duruma çare olamaz. Ailesi sonunda kendisini İstanbul’a götürür, aynı şekilde şifa arama çalışmalarına devam ederler. Sonunda Mösyö Pepo isimli bir doktor hastalığı kontrol altına alır ve “Çocuğu kendi haline bırakın, hoşlandığı şeyleri yapmasına izin verin” tavsiyesinde bulunur.  
      Tekrar Urla’ya dönülür. Babası son bir ümitle 1894 yılında Tevfik’i İzmir İdadisi’ne (Lise) verir. Fakat disiplinli hayata gelemeyen Tevfik’de sara nöbetleri tekrar başlar. Bir ay sonra okuldan alınmak zorunda kalınır. İzmir’de kalmaya devam eden Tevfik, aynı yıl yani henüz 15 yaşında iken Mevlevihane’de bulunan Cemal Bey’den ney dersi almak için kendini Mevlevihaneye  kabul ettirir. Daha sonra buraya gelip giden birçok aydın kimse ile tanışır ve Arapça, Farsça dersleri almaya başlar. Bir de yemekli toplantılar ve tanışmalar sırasında içkiye olan düşkünlüğü oluşmaya başlar. 1898 yılında 19 yaşında iken İstanbul’a medrese öğrenimi görmek için geri döner. Fatih Fethiyye Medresesi’ne girip Doğu İlim ve eserlerini okur; Muhyiddin Arabi ile Farabi, Molla Cami ve İmam Gazali’yi tanıyıp yazdıkları eserlerini inceler. Bu sırada da Galata ve Yenikapı Mevlevihanelerine gidip ney çalmaya devam eder. Bu dönemlerde Mehmet Akif Ersoy ile tanıştırılır. Kendisine yıllar boyu ağabeylik-dostluk edecek olan Mehmet Akif sayesinde Arapça ve Farsçasını geliştirip Fransızca öğrenmeye başlar. Tevfik Fikret, Halit Ziya Uşaklıgil, Halide Edip (Anıvar) gibi önemli edebiyatçılarla tanışır. 
  


      Medreseye gittiği halde medresenin kıyafeti olan cübbe ve şalvarı giymedi, setre pantolonu giymeye devam etti. Bunun yanı sıra medresenin disiplinini bozduğu ileri sürülerek hakkında olumsuz konuşulmaya başlandı. O da kaldığı medrese binasından ayrılıp, fakat derslere

21 Şubat 2013 Perşembe

BİR YILIN ARDINDAN BLOGUMUN DEĞERLENDİRİLMESİ





                                   
                                       21 Şubat 2013 tarihi itibarıyla blogumun izlenme istatistiği 

    2011 yılı Ekim ayı sonlarında benim için çok değerli olan bir tavsiye ile başlayan blog yazma sürecim bir yılı aştı ve 50’nci yazıya da ulaştı. Ben de, bu 51’nci yazı ile, bu geçen zaman içerisinde yayınladığım yazılarım hakkında yazıp, genel bir blog değerlendirmesi ile bu blogun geleceğini değerlendirmek istedim.
   www.canerinevreni.blogspot.com ismi altında faaliyet gösteren bu blogda şu ana kadar elli (50) yazı yayınladım. Blogun açılışından bugüne kadar kaba bir hesaplama ile 16 ay (68 hafta) geçmiş olduğuna göre kabaca "9 günde bir yazı” yazma gibi bir ortalamam var. Bu yazılar, bu yazıyı eklediğim şu ana kadar da 10.000 kişiyi aşan sayıda ziyaretçinin sitemi ziyaret etmesi ile sonuçlanmış ki, açık konuşmak gerekirse böyle yüksek bir ziyaretçi sayısını beklemiyordum. Elbette, bu ziyaretçilerin büyük çoğunluğu, arama motorunda aradığı bir kelimeden, konudan ve bir resimden yönlendirilerek siteye geliyor. Blogumu düzenli ya da düzensiz olarak takip edenler, toplam ziyaretçilerin % 15'ini oluşturuyor. Kalan % 85 ise, siteye bir kez uğrayıp gitmişler.    
    Bu siteyi açarken amacım, kendi ilgi alanım olan konular (başta bilimkurgu, az bilinenler veya bilinmeyenlerle, sanat, edebiyat ve filmler ile, kaliteli ve sağlıklı yaşama dair konular) ile ilgili olarak kaliteli bir içerik oluşturmak ve bunu yine kaliteli görsel malzemelerle ve kaynaklarla birlikte sunup ziyaretçilerle paylaşmak, hatta araştırma yapanlara faydalı olabilmekti.
     İnternette inceleme ve araştırma yazılarımla ilgili olarak araştırma yaptığımda dikkatimi çeken bir husus da, çoğu birbirinin kopyası olan siteler ve bazı site içeriklerinin “kes-yapıştır” mantığı ile yapılmış sayfaları olmasıydı. Bundan kaçındım ve tam tersine mümkün olduğu kadar içerik kopyalamadan ve özgün yazılar yazarak bir içerik oluşturmaya çalıştım. Hatta hem yazılarımın içinde hem de sonunda “Meraklısına İlgili Diğer Linkler” başlığı altında ilgili sitelere linkler verdim. Bu şekilde, ziyaretçilerin varsa ilave olarak aradıklarını daha kolay bulmalarını amaçladım.
     Bundan sonra kendi içinde bağımsız veya bir seri oluşturacak yazılar yazmaya devam edeceğim. Örneğin, yenilik olarak “Bu Filmler Kaçmaz” dizi yazısı altında kaliteli filmleri ayrıntılı olarak inceleyip; niçin seyredilmesi gerektiğini yazacağım. Önümüzdeki dönemde amacım, yazı yazma sıklığını artırmak olacak. 2014 yılı başına kadar yazı yazma aralığımı artırarak mümkün olursa ikiye katlamak istiyorum. Bakalım bu hedefe yaklaşabilecek miyim?

       Sitemde yapılan güncellemelerden haberdar olmak istiyorsanız ve her yeni yazı yayınlandığında e-mail yoluyla bilgilendirilmek istiyorsanız hemen sağ tarafınızdaki "FOLLOW BY EMAIL" kısmına elektronik postanızı  yazıp "Submit" kısmına tıklayabilirsiniz. İsterseniz internetteki herhangi bir hesabınızla "Bu Siteye Katılın" kısmına tıklayıp İzleyici olarak gözükebilirsiniz.       
    Aşağıda, çeşitli kategorilerde şu ana kadar yazdığım elli (50) yazının linkleri ve hangi kategorilerde yazıldıkları bulunmakta. Aşağıdaki yazıların üzerlerine tıkladığınızda ilgili yazıya da ulaşabilirsiniz. Benzer şekilde en üstte bulunan ”Etiketler” bölümünde de ilgili etiketin (örneğin “ Film Tavsiyesi” ya da "Kaliteli Yaşam") üzerine tıklayarak söz konusu kategorideki yazılara gidebilirsiniz.  Şu ana kadar sitede yazılanlarla ilgili hiç kimseden olumlu veya olumsuz bir e-mail almadım. Eğer yapıcı bir eleştiri olursa, siteyi geliştirmek adına değerlendireceğim. Sitemi düzenli veya düzensiz ziyaret edenlere teşekkür ediyorum. Başka yazılarda görüşmek üzere…

Aşağıdaki Yazılar 22 Ekim 2011-21 Şubat 2013 tarihleri arasında bu blogda yayınlanan yazılardır.


Edebiyattan ve Çizgi Romandan Sinemaya Uyarlama Yazıları Kategorisi:



Bilimkurgu Yazıları Kategorisi:

 
Kaliteli ve Sağlıklı Yaşam Yazıları Kategorisi:

Tasavvufta Yeme İçme Kültürü Ve Sofra Adabı: Derviş Sofraları (Kitap)


Diğer Araştırma ve İnceleme Yazıları Kategorisi:

Kitap Tavsiyeleri Kategorisi:


Film Tavsiyeleri Kategorisi:


Sergi – Müze ve İlgili Sanatçılara Dair Yazılar Kategorisi:


Deneme Yazılarım Kategorisi:


Öykülerim Kategorisi:


Güncele İlişkin Yazılar Kategorisi: