23 Kasım 2012 Cuma

AŞURE GÜNÜ VE LEZZETLİ BİR AŞURE TARİFİ: TEKKE AŞURESİ



                                                                                        
                                                                                         Varken dağıtırız, yokken şükrederiz.                                                                                                                          Cüneyd Bağdadi

       24 Kasım 2012 Cumartesi günü Aşure Günü’nü kutlayacağımız için bu yazımda önce Aşure Günü’nün   anlamı  ve  tarihi  geçmişi  hakkında  bilgi  vereceğim,  sonra da  Alevi - Bektaşi mutfağından Tekke Aşuresi’nin tarifini de sunup; lezzetli bir aşurenin yapılması ile ilgili tüyoları ve ilgili linkleri, derlediğim kadarıyla sizlerle paylaşacağım.

MUHARREM’İN 10’U: AŞURE GÜNÜ ve TARİHİ GEÇMİŞİ (ASHURA DAY AND IT'S HISTORY)
    Aşure (ya da Aşura), Arapça’dan gelme olup “On (10)” anlamındaki “aşara” kelimesinden türemiştir. Bu kelimenin İbranice kökenli olduğunu iddia eden uzmanlar da mevcuttur. “Aşure” kelimesi, uzun zaman içerisinde iki temel anlama bürünmüştür. Birincisi, İslamiyet’teki Hicri takvimdeki ilk ay olan Muharrem ayının onuncu günü anlamında, ikincisi de herkesin bildiği aşure (tatlısı) anlamındadır.
   Önce ilk anlamından ve bunun da geçmişinden başlayalım: Aşure (Günü), henüz İslam dininde kutlanmıyor iken daha önceki dinler ve peygamberleri tarafından gün olarak _belki aynı ya da farklı isimlerle_ kutsal bir gün olarak biliniyordu. Bu kutsal güne dair, üstelik farklı dinlerde olmasına rağmen kabul edilen birçok önemli olay bulunmakta veya yakıştırılmaktadır. Bazı din ve tarih araştırmacıları bahsi geçen önemli olayların hepsinin bu günde olamayacağını, elde mevcut yeterli kanıt olmadığını belirtmektedirler. (İlgili araştırma ve incelemelerden Dr. Eyüp Baş’ın araştırmasına aşağıdaki ilgili linkten ulaşabilirsiniz). Özellikle aşağıda belirtilen ilk üç önemli olayın bu günde olduğu yönünde görüş birliği oluşmuş gibidir. Yine de bahsi geçen tüm bu olayların bir kısmı bile eğer bu günde oldu ise, bu açıdan oldukça kayda değer bir gün olduğu şüphesizdir. Bu önemli olaylar şunlardır:
1. Hz. Musa (a.s.), kavmi ile kaçarken Firavun ‘un ordusu Kızıldeniz’de boğulmuş ve aşure gününde kurtulmuşlardır.
2. Hz. Nuh (a.s.), gemisini Cûdi Dağı'nın üzerine aşure gününde demirlemiştir.
3. Hz. Âdem'in (a.s.) tövbesi aşure günü kabul edilmiştir.
4. Hz. Yunus (a.s.), balığın karnından aşure günü kurtulmuştur.  
5. Hz. Yusuf (as), kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan aşure günü çıkarılmıştır.
6. Hz. İsa (as) o gün dünyaya gelmiş ve o gün semâya yükseltilmiştir.
7. Hz. Davud'un (a.s) tevbesi o gün kabul edilmiştir.
8. Hz. İbrahim'in (a.s.) oğlu Hz. İsmail (as) doğmuştur.
9. Hz. Yakub'un (a.s.) oğlu Hz.Yusuf (as)'ın hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.
10. Hz. Eyyûb (a.s.) hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur.
   Aşure gününde oruç tutmak da yüzyıllar boyu yaygın bir gelenek ve ibadet olmuştur. Üstelik sadece İslamiyette değil, Yahudi toplumunda da. Hatta, Yahudi toplumunun en kutsal ve önemli günü kabul edilen Yom Kippur (Kefaret) Günü’nün de Aşure Günü ile benzerliği dikkat çekicidir. (Bakınız: Aşağıda, Aşure Günü ile ilgili Dr. Baş araştırması-Sayfa:6) Acaba başlangıçta her iki dinde de bu gün, aynı zamanda kutlanmış; Yahudilerin Gregoryen takvime geçişi ile farklı zamanlarda kutlanmaya başlamış olabilir mi? Bu konunun daha iyi araştırılması gerekiyor belki de… 
  İslam Tarihinde Hicri 680 yılı, Muharrem ayının 10’unda Kerbela Olayı (Savaşı) meydana gelmiş ve Hz. Muhammed’in (s.a.v) torunu Hz. Hüseyin ve beraberindekiler çölde etrafları sarılarak susuzluğa bırakılmış ve sonra da şehit edilmişlerdir. Emevi döneminden itibaren aşure günüyle ilgili olarak zaman zaman Sünni ve Şii’ler arasında kutlama/acı çekme kutuplaşması yaşanmış ise de zamanla bu durum yumuşamış ve günümüzde de Sünni vatandaşlarımızın Hz. Hüseyin’in katlini tasvip etmedikleri halde kutladıkları; Alevi vatandaşlarımızın ise matem tuttukları bir gün halini almıştır. 

OSMANLI DÖNEMİNDE AŞURE GÜNÜ GELENEĞİ:

   “Hicret senesinin başı olan Muharrem ayının onuncu gününden başlamak üzere, Muharrem sonuna kadar İstanbul’un bütün evlerinde iki kase olsa da aşure pişirmek uğur ve bereket sayılırdı. Her sınıftan kimseler buna özen gösterir ve özellikle onuncu gün pişirmeye dikkat ederlerdi. Aşure pişirilmesi, Nuh Peygamber’in sünneti olarak da herkesçe kabul olunmuş ve İslam’ın ortaya çıkmasından sonra da buna uyulmuştur. Ekseriya hayırseverler aşure pişirip halka ve bilhassa fukaraya dağıtmak için imaretler ve vakıflar yapmış ve masrafı karşılayacak gelir bırakmışlardı…
…Osmanlılar dönemi boyunca  aşure geleneğinde öncelik Saray’a aitti. Muharrem ayının 10’ncu günü Topkapı Sarayı mutfaklarında pişirilecek aşure için Kilar-ı Has’tan gereken malzeme verilir, birkaç gün önce hazırlıklara başlanırdı. Saray aşuresini helvacıbaşılar pişirmekteydiler. Büyük kazanlarda hazırlanan aşureden ilk olarak özel bir törenle padişaha,  harem halkına sunulması, sonra devlet ileri gelenlerine, imaretlere, halka dağıtılması adetti... Saray matbahlarının her birinde iki ve dört kulplu büyük kazanlarda buğday, incir, üzüm, kayısı kurusu, nohut, bakla vb. malzeme ile “daneli” denen aşureler pişirilir, 10 Muharrem gecesi sırık hamallarınca taşınan 50-60 kazan, Yıldız Talimhane Meydanı’na götürülerek düzgün bir sıra halinde dizilirdi. Sabah erkenden Matbah-ı Amire Müdürü, vekilharc ve helvacıbaşılar resmi giysileriyle meydanda hazır beklerler, seccadecibaşının aşure dağıtımının padişahın buyruğu olduğunu duyurmasından sonra Matbah-ı Amire Müdürü dua eder, amin diyen halka parmaklıklı kapılar açılır, her kazanın önünde kuyruklar oluşur ve beraberinde getirdikleri kaplara aşureler doldurulurdu. Bu sırada disiplinin sağlanamadığı, görevlilerin tepeden tırnağa aşure bulaşığına battıkları, hatta hücum edenler arasında kazana düşenler olduğu da görülürdü…” (Dr. Eyüp Baş araştırmasından alıntıdır) 
   

AŞURE TATLISININ GEÇMİŞİ VE SEMBOL DEĞERİ:
     Aşure gününde ve günümüze kadar bu isimle anılan tatlının tarihi geçmişinde kesin olarak bilinen husus, Hz. Nuh’un büyük tufan sonrası gemisinin karaya oturması sonrasında, yiyecek olarak fazla da bir şey kalmayınca gemide kalan tüm malzemeler toplanmış ve bundan bir çeşit çorba türü yemek yapılmıştır. Bu yemek, yani günümüzdeki aşure, kurtuluş zamanında şükür orucu ile birlikte yenmiş ve bu gelenek yüzyıllar boyu devam etmiştir. Halen, dış ülkelerde “Noah’s Pudding”_ yani “Nuh’un Tatlısı” ya da “Nuh Pudingi” şeklinde isimlendirilen Türk tatlısı

11 Kasım 2012 Pazar

ZİHİNLERE SONDAJ YAPMANIN BEDELİ: İÇERİDEN ÖLMEK (Roman)


     
    Başkalarının zihnindekileri okumak ister miydiniz? Kimler, neler düşünüyor, neler hissediyor bilmek ister miydiniz? Böylesi bir yeteneği “gerçekten” ister miydiniz? Peki, böylesi sıra dışı bir yetenek, sizin hayatınızı güzelleştirir miydi ve böylelikle daha mutlu olur muydunuz? Tüm bu sorulara “Evet” diyorsanız önce bu yazıyı, sonra da bu yazıda tanıtılan “İçeriden Ölmek” romanını okumanızı tavsiye ederim.
    Son yıllarda okuduğum en ilginç, ironik ve sürükleyici bir romandan bahsedeyim: İthaki Yayınlarının 2011 basımlı kitabı “İçeriden Ölmek” (Dying Inside). Romanın yazarı ise bilimkurgu edebiyatının en itibarlı ödülleri olarak kabul edilen Hugo ve Nebula ödüllerini birçok defa kazanmış olan usta yazar Robert Silverberg. Roman, İthaki Yayınlarının “Başka Kitaplar” başlığı altındaki seriden çıkmış. Bilimkurgu edebiyatında (Kitap içeriğinde belirtilmese de) 1972 ve 1973 yıllarında birçok prestijli ödüllere aday olmuş, fakat bunları kazanamamış; yine de bilimkurgu edebiyatındaki önemli listelere adını yazdırmış önemli bir eser. (Bakınız: Yazı sonundaki “Romanın Başarıları” bölümü)
     Bu romanı biraz gecikerek de olsa Türkçeye kazandıran İthaki Yayınları’na, yayına ve baskıya hazırlayan Evrim Öncül’e, Şükrü Karakoç’a, çok iyi bir çeviri yapmış olan Elif Ersavcı’ya, yabancı baskılarından daha güzel bir kapak illüstrasyonu ve tasarımı yapmış olan Ethem Onur Bilgiç’e teşekkür ederek kitaba geçelim:

     Romanın konusu, kendisinde sıra dışı bir yetenek olduğunu daha küçük yaşlarında iken fark eden David Selig isimli bir adamın yaşadıkları ile ilgili. Bu sıra dışı yetenek, insanların zihinlerine bakabilme ve bunları bilebilme gücü. Yani bir anlamda telepatik bir güce sahip bir adamın yaşadıkları ile ilgili. Yalnız bu telepatik güç tek taraflı çalışıyor. Karşılıklı zihinsel bir iletişim yok burada. Tek taraflı bir zihin sondajı durumu diyebiliriz kısaca. (Telepati ile ilgili özet ve güncel bilgiyi, yakında bu blogda okuyabilirsiniz).
    David, bu yeteneği ile yıllarca geçimini de sağlamıştır. Kolej öğrencilerinin zihinlerine göz atarak edebiyat ödevlerini sanki kendileri yapmış gibi yazabilmekte, böylece edebiyat öğretmenlerinin bu ödevleri gerçekten bu öğrenciler tarafından yapılmış gibi algılanmasını da sağlamaktadır. Romanı okurken, dünya edebiyatı ile ilgili bazı bilgileri de öğreniyorsunuz. Yalnız, bu yetenekle doğup büyüyen David Selig’i (kısaca Duv’u) bekleyen bir sürpriz vardır. Orta