Kaliteli yaşama dair düşüncelerden öykülerime, edebiyat uyarlamalarından bilime, bilimkurgudan kuantuma kadar farklı konuların yer aldığı bu evrene Hoşgeldiniz...
ÖNEMLİ NOT: Bu blogdaki yazılar tamamen yazarına ait, özgün yazılardır.Diğer site ve bloglardan yapılan alıntılar veya verilen linkler, emeğe saygı anlamında kaynak gösterilerek belirtilmektedir.İzinsiz ve kaynak göstermeden yazıları kullanmayınız...
2012 yılı Ağustos ayında
Yerçekimi (The Gravity-2013) filminin gösterime gireceği belliydi. Ben de Tess
Gerritsen tarafından yazılan Uluslar arası Uzay İstasyonunda (ISS) geçen ve
Türkçe’ye “Yörünge” ismiyle çevrilen bu okumuş olduğum aynı isimli romanı çok
beğenmiştim. Yörünge (The Gravity) romanını geçen yıl (2012) blogumda da
tanıtmıştım. (Linki burada). Hatta bu roman keşke filme uyarlansa diye
düşünüyordum. O dönemlerde çekim aşamaları devam eden ve fragmanı bile
bulunmayan Yerçekimi (The Gravity) filmi için basit bir macera-bilimkurgu filmi
olur herhalde diye düşünmüştüm. Yanılmışım…Filmi 3D bir sinemada seyrettiğimde,
Avatar’ın yönetmeni James Cameron’un söylediği gibi ben de hayranlıkla
bakakaldım.
Yerçekimi, neredeyse eksiksiz olan,
olağanüstü görsellikle dolu harika bir film. Bu yazı, bu filme emeği geçen
herkese adanmış olup seyredeceklere tavsiye niteliğinde taraflı bir yazı
olacaktır. Yazıda filmin konusu, bu filmi niçin seyretmeniz gerektiği, daha
sonra eklenmek üzere de film hakkında eleştiriler, filmin yapım aşamaları,
meraklısı için ilgili diğer linkler gibi konu başlıkları olacak.
Blog Notu: Resimlerin üstüne tıklayarak resimleri büyütebilirsiniz.
YERÇEKİMİ (The Gravity) FİLMİNİN KONUSU:
Film, uzayla ilgili şu çarpıcı bilgilerle
başlıyor: Dünya gezegeninin 600 km. yukarısında sıcaklık, +125 ile – 100
Celcius dereceleri arasında gidip gelir. Sesi taşıyacak hiçbir şey yoktur. Hava
basıncı yoktur. Oksijen yoktur. Uzayda yaşam, olanaksızdır.
Explorer isimli uzay mekiği, dünyanın
üstündeki uzay boşluğundaki yörüngede görevdedir. Bu mekikte görevli olan Dr.
Ray Stone (Sandra Bullock), görev komutanı Matt Kowalski (George Clooney) ile
birlikte Hubble Uzay Teleskopuna bir tarama sistemi monte etmeye ve dünyaya giden
veri akışını düzeltmeye çalışmaktadır. Hemen yakınlarındaki diğer astronotların
yüzlerini göremeyiz. Dr. Ray’in kısmen bir fiziksel rahatsızlığı, kısmen de
görevdeki acemiliği göze çarpmaktadır. Bunlardan daha önemlisi ise _daha
sonradan öğreneceğimiz üzere_ yakın bir zamanda çocuğunu kaybetmiştir. Kowalski
ise uzayda deneyim sahibi, artık son uçuşuna çıkmış, zor durumlarda bile espri
yapabilen bir görev adamıdır.
Houston (NASA) ile iletişim halindeler iken
Rusların yörüngedeki kendi uydularını bir füzeyle vurdukları haberi gelir. Kısa
bir süre sonra ise kötü haber gelir. Vurulan uydunun parçaları, uzayda gezinen
diğer çöp cisimlerin kendi yörüngelerinden kopup yüksek hızla uzay boşluğunda
dağılmalarına neden olmuştur. (Kessler Effect-Kessler Etkisi)
Bu durum ise Explorer mekiği ile Hubble
teleskopunun parçalanmasına ve diğer astronot arkadaşlarının ölümüne neden
olur. Elbiseleri üzerindeki çok sınırlı oksijen kapasiteleri ile hayatta kalan
bu ikili için zorlu yaşam mücadelesi başlamıştır. Nefesleri kesen bu mücadelede
yörüngedeki diğer Uluslar arası Uzay İstasyonu’na (ISS)_ eski ismiyle Rusların Soyuz
İstasyonuna_ ya da Çin Uzay İstasyonu’na kurtulmak için ulaşmaları mümkün
olabilecek midir?...
YERÇEKİMİ
(THE GRAVITY-2013) FİLMİNİ NİÇİN SEYRETMELİSİNİZ?
1.Abartısız olarak uzayla ilgili şu ana kadar
yapılmış en gerçekçi, en iyi filmlerden biri olduğu için…
Filmin Fragmanı
2.Gerçek hayata ve günümüz bilimine en yakın
olan; batıda “Hard-Science Fiction” şeklinde isimlendirilen “bilime dayalı
bilimkurgu”nun en kaliteli örneklerinden birini seyretmek için…
3.Kendinizi gerçekten uzaydaymış gibi
hissetmeniz için… Uzaya gidemeseniz de bir astronot gibi uzay boşluğunda
bulunmanın nasıl bir şey olduğunu sanal olarak yaşamak için…
4.Uzaydan dünyanın nasıl hem bu kadar
harikulade, hem de nasıl bu kadar uzak ve erişilmez göründüğünü anlamak için…
5.Filmi beğenen çok sayıda izleyicinin ve
eleştirmenin yanılmadıklarını görmek için…
6.Daha şimdiden İnternet Movie Data Base (IMDB)
sitesinin puanlamasına göre 8.6 gibi oldukça yüksek bir puan aldığı ve şimdiden
kült filmler kategorisine girmeye aday olduğu, bence en iyi bilimkurgu filmleri
sıralamasında hep en yükseklerde bulunacağı için…
7.3 Boyutlu film teknolojisinin (3D) bu filme
ayrı bir karakter kattığı ve filmle çok uyumlu olduğu, böylelikle filmi izleme
zevkini katladığı için…
8.Basit denebilecek bir hayatta kalma senaryosu,
uygun çekim teknikleri ve abartısız iki oyunculuk ile de çok iyi bir film
çekilebileceğini görmek için…
9.Yönetmen Cuaron’un 4.5 yılını alan ve ona “Artık
bundan sonra uzayda geçen bir film yapmam” dedirten; 100 milyon dolarlık yüksek
bütçeli ve teknolojinin en son çekim tekniklerini kullanan Oscar’a aday olması çok
muhtemel güzel ve nefes nefese bir film görmek için…
10.George Clooney’in kısa, tebessüm ettiren rolünü
görmek ve neredeyse filmi tek başına götüren Sandra Bullock’un etkili
oyunculuğunu görmek için…
BU FİLM SEYREDİLMELİDİR….ÖZELLİKLE DE 3D SİNEMADA…
Bu ay oldukça taze bir edebiyat
uyarlamasından bahsedeceğiz. Dünyada çok satan bir kitaptan ve onun 2012 yılı
sonunda gösterime girip bu yıl 2013 Oscar ödüllerinde tam 11 dalda ödül adaylığı
bulunan film uyarlamasından bahsedeceğiz. Kitabımız ve filmimiz: Life Of Pi,
yani Pi’nin Yaşamı. Yolculuk başlasın…
ÇOK SATAN BAŞARILI BİR KİTAP:
Pİ’NİN YAŞAMI
Dram-macera (hatta biraz
da fantastik) türdeki Pi’nin Yaşamı romanı, esasen biraz da spiritüel bir
yolculuk romanıdır. Yann Martel tarafından yazılıp Eylül 2001 yılında
yayınlanmıştır. Kısa sürede Fransa, İngiltere gibi ülkelerde tanınıp ödüller
kazanmaya başlamıştır. Edebiyat dünyasının prestijli ödüllerinden “Man Booker
Ödülü”nü 2002 yılında kazanmıştır. Ayrıca 2003 yılında “Exclusive Books Boeke”
Ödülünü ve Asya–Pasifik Amerikan Edebiyat Ödülünü kazanmıştır. Ülkemizde Temmuz
2003 yılında İnkılap Yayınevi tarafından ilk olarak basılmış, günümüze kadar
birkaç baskı daha yapmıştır. Yaklaşık olarak dünyada 7 milyon satışlık bir
başarıya ulaşmıştır.
Romanda Piscine Molitor Patel isimli Hintli bir gencin yaşamından
önemli bir kesite ve sıra dışı bir yolculuğuna tanık oluyoruz. Babası
Hindistan’da bir hayvanat bahçesinin sahibi, müdürü ve işletmecisi olan bu
genç, küçüklüğünden itibaren hayvanları gözlemleme şansına sahip ve onları
tanımaya çalışıyor. Kitabın 114 sayfalık bu ilk kısmı, bize hem Piscine’i ve
ailesini; hem de birçok hayvanı bir belgesel izler gibi tanımamızı sağlıyor. Öyle
ki, hayvanların karakteristik özellikleri ile temel ihtiyaçlarının neler olduğu,
nasıl sakinleştirip kontrol edilebilecekleri, onların huzurunu bozan şeyler,
hangi durumlarda neler yapabilecekleri ayrıntılı olarak anlatılıyor. Yazarın bu
bölümü yazarken sıkı bir araştırma yaptığı gözüküyor. Bu arada, ergenliğe adım
atmış olan bu gencin dini inanç olarak sadece Hindu dinine bağlı olmadığını, diğer
üç büyük dine de sempatiyle baktığını, hatta Hindu dininin yanı sıra Hristiyanlık
ve Müslümanlığın bazı dini ritüellerini yaptığını görüyoruz. Dindar olmanın
anlamının illa ki tek bir dine bağlı olmak olmadığını, diğer dinlere de
saygıyla ve o pencereden bakmak demek olduğunu kahramanımız bizlere
yansıtıyor.
İsmini Fransızcadaki
“havuz” kelimesinden alan Pi, okulda ismi yüzünden alay ediliyor. O da güzel
bir buluşla isminin “Pi” olarak çağrılmasını sağlıyor. Daha sonra ailesi
hayvanların bir kısmını satarak, bir kısmını da gemiyle taşıtarak Kanada’ya
(yazarın memleketi) taşınmak zorunda kalıyor ve bir gemi yolculuğu sonrası romanın
esas sürükleyici bölümü ikinci kısımda başlıyor. Deniz kazası olduktan sonra
kurtarma filikasında kendisinden başka Richard Parker isimli bir Bengal
kaplanı, Portakal suyu isimli bir orangutan, bacağı kırık bir zebra, bir
sırtlan olduğunu fark ediyor. Bir de fareler ve sinekler. Bir metre
derinliğinde, 8 metre
boyunda ve 2.5 metre
boyundaki filika, yaşanacak birçok sürprize ev sahipliği yapmaktadır…
KİTAPTAN BAZI BÖLÜMLER:
“… Kaplanlar, diğer bütün hayvanlar gibi şiddeti bir hesaplaşma
amacı olarak görmezler. Hayvanlar, öldürülmeyi göze alarak öldürmek uğruna
kavga ederler…”
“… Terbiyecinin yapması gereken tek şey, süpermen konumunu
aralıksız sürdürmesidir. Kademe düşerse bu ona pahalıya mal olur. Hayvanlar
arasında düşmanca saldırgan davranışlara neden olan şey, toplumsal güvensizlik
ifadesidir. Karşınızdaki hayvanın yerini bilmesi gerekir, gerek altınızda
gerekse üstünüzde…”
“… İmam ve papaz başlarını salladılar. “’Ama bir insan aynı anda bir
Hindu, bir Hristiyan ve bir Müslüman olamaz. Bu olanaksız. İçlerinden birini
seçmeli.” ‘“Bunun suç olduğunu zannetmiyorum ama sanırım haklısınız”’ diye
cevap verdi babam…”Bapu Gandhi “’Tüm dinler gerçektir.”’ demişti. Ben yalnızca
Tanrı’yı sevmek istiyorum”’ sözleri ağzımdan kaçtı ve yüzüm kızararak
bakışlarımı yere çevirdim….”
“…Bir küreğe tutunmuş, karşımda erişkin bir kaplan, altımda köpek
balıkları, tepemde fırtına ile Pasifik Okyanusu’nun ortasında yapayalnız ve
öksüz kalmıştım. Başarma şansımı mantıklı olarak düşünebilseydim, mücadele
etmekten kesin vazgeçer ve köpek balıkları tarafından yutulmadan önce
boğulacağımı umarak küreğin ucunu bırakırdım. Ama bu göreceli güvenlik
anlarımın ilk dakikaları boyunca aklımdan hiçbir düşünce geçtiğini anımsamıyorum.
Havanın aydınlandığını bile fark etmemiştim. Küreğe tutundum. Tanrı bilir
neden, yalnızca küreğe tutundum…”
"Allah’a şükürler olsun, Dünyaların Efendisi, Kıyamet Günü’nün
Merhametli, Şefkatli Hükümdarı!” diye mırıldandım. (Orjinal baskıdaki kitapta burada Kuran'dan Fatiha Suresi'nin ilgili ayetlerinin söylendiği Türkçe baskısında belirtilmektedir. Yani söz konusu bölüm orjinalinde "Elhamdülillahi rabbil alemin, er rahmanir rahim, maliki yevmiddin" şeklindedir) Richard Parker‘a dönüp
“Titremeyi kes” diye bağırdım. “Bu bir mucize. Bu Tanrısallığın kanıtı. Bu…bu…”
öylesine harika ve gerçek dışı bir şeydi ki, ne olduğunu bulamamıştım.
Soluksuz, sözcüksüz kalmıştım. Kollarımı ve bacaklarımı açarak brandanın
üzerine uzandım. Yağmur iliklerime işliyordu. Ama gülümsüyordum. Üçüncü derece
yanıklara neden olacak bu elektrik çarpmasını, gerçek mutluluğu hissettiğim
ender anlardan biri olarak anımsarım…”
YAZAR YANN MARTEL KİMDİR?:
Kanadalı yazar Yann
Martel, 25 Haziran 1963 yılında Salamanca’da (İspanya) doğmuştur. Babasının
diplomat olmasından dolayı Kosta Rika, Fransa, Meksika gibi ülkelerde de
bulunmuştur. Yetişkinliğinde Türkiye, İran, daha çok da Hindistan gibi
ülkelerde zamanını geçirmiştir. Halen Kanada’da yaşayan yazar, ilk kitabı olan
“Seven Stories”i 1993 yılında yayınlatmıştır. Esas ününü Pi’nin Yaşamı kitabıyla
yapmıştır. Bu romanla en kayda değer ödüllerden olan Man Booker Ödülünü
kazanmıştır. “Self” isimli ilk romanı da Kanada’da “İlk Roman Ödülü” kazanmıştır.
Romanın tanınmasına ABD Başkanı Obama da dolaylı olarak katkıda
bulunmuştur. Birkaç yıl önce yazara gönderdiği mektupta roman için “Tanrı’nın
varlığının zarif bir ispatı” şeklinde düşüncesini belirtmiştir. “Pi’nin Yaşamı”
kitabı dikkati çekip ödüller kazandıktan sonra, bu romanın Brezilyalı yazar ve
fizikçi Moacyr Scliar’in “Max and Cats”(1990) isimli romanından intihal
yapılarak yazıldığına dair haberler çıkmıştır. Bu romanla kendi romanı arasında
kayda değer benzerlikler taşıdığı bazı edebiyat otoriteleri tarafından ve medya
tarafından belirtilmiştir. Scliar’in romanında da Berlin’de Nazi’lerden kaçan
bir Yahudi ailesinin hayvanat bahçesindeki hayvanlarla birlikte yolculuğu ve bu
yolculukta geminin kaza geçirmesi söz konusuydu. Bu hayvanlar arasında bir de
jaguar vardı. Yazar Martel, “konuyu aşırma” suçlamaları ile ilgili olarak
ilgili kitabı bildiğini fakat okumadığını söylemiştir. Yazılanlara göre iki
yazar, konuyu aralarında halletmişler ve Yann Martel, kitabın konusundan
esinlendiğini ve yazarına da kitabının sonraki baskılarında (yazar Scliar’e)
teşekkür mahiyetindeki ifadeleri dış ülkelerdeki bazı baskılarda yer almıştır. En
azından “bir esinlenme” söz konusu olsa da, yazar Martel, yazdığı romanla
mevcut konuyu çok iyi geliştirmiş ve yazmıştır.
Yann Martel halen
Kanada’da Montreal’de yaşamaktadır. Kanada Başbakanına her hafta kitap
yollaması ile ilgili olarak “Kimin ne
okuduğu, kitap okuyup okumadığı kendi bileceği iş. Sıradan insanların ne
yaptığı beni ilgilendirmiyor, insanlara nasıl yaşayacaklarını söylemek bana
düşmez ama benim üzerimde söz hakkı olan insanlar söz konusu olunca durum
farklı. Onların okumalarını istiyorum çünkü sınırlı, vasat hayalleri bir gün
benim kâbuslarıma dönüşebilir” diye açıklama yapmıştır.
Pİ’NİN YAŞAMI’NIN BAZI
UYARLAMA DENEMELERİ:
Eser, 2003 yılında İngiltere’de
bir tiyatro oyununa uyarlanmıştır. Bu uyarlamada sadece altı kişi rol almış,
Richard Parker isimli Bengal kaplanını da bir oyuncu canlandırmıştır. Romanı
resimlemek ya da romanın yeni baskısında kullanılmak üzere resimlerinin
yapılabilmesi için bir yarışma açılmış ve bu yarışmayı Tomislav Torjanac
kazanmıştır. Eserlerinden örnekler için: www.torjanac.com
sitesini ziyaret edebilirsiniz.
Daha sonra romanı filme çekmek için çalışma başlatılmış, fakat
çeşitli zorluklarla karşılaşılmıştır. Bazı otoriteler ve hatta film yapım
şirketleri tarafından eserin filme uyarlanmasının zorluğu gündeme gelmiş;
“filme uyarlanamaz” denmiş, bu nedenle eserin filme çekilmesi projeleri çeşitli
nedenlerle gerçekleşmemiştir. Daha sonra yönetmenlerle görüşmeler başlamış ve
M.Night Shyamalan, Alfonso Cuaron, Jean Pierre Jeunet ile görüşülmüş, fakat bir
sonuca varılamamıştır. Yönetmen Jeunet, filmi CGI bilgisayar teknolojisi yerine
gerçek hayvanlarla çekmeyi önermiş, fakat projenin çok daha uzun sürecek olması
ve diğer nedenlerle vazgeçilmiştir. Daha sonra filmi yönetecek olan Ang Lee ile
anlaşmaya varılmıştır. Yönetmen Lee de kitabı ve senaryoyu okuduktan sonra
hemen ikna olmamış “Sanatsal ve ekonomik yönleriyle filme çekmek çok zordu”
diye çekincesini belirtmiştir.
ÇOK BAŞARILI VE SADIK BİR
UYARLAMA FİLM: Pİ’NİN YAŞAMI (2012)
Yukarıda kitaptan bahsederken daha çok deniz yolculuğu öncesi ilk
bölümden bahsetmiştik. Deniz kazası yaşandıktan sonraki bölümünden de
bahsederek devam edelim. 16 yaşındaki vejetaryen Hintli genç olan Pi Patel, taşıdığı
farklı inançlarla fakat daha çok hayatta ısrarla kalmasını sağlayan “yaşamaya
derinden inanma azmiyle” sıra dışıdır.
İki saat süreli olan
filmde (ve tabii romanda) spiritüel gerçekler de alt okuma olarak
yansıtılmaktadır. Örneğin yolculuğa deneyimsiz ve ne yapacağını bilmeyen bir
genç olarak başlayan kahramanımız yolculuğunu, tüm yaşadıkları ile bir yetişkin
olarak tamamlayacaktır. Ya da yolculuk boyunca karşılaşacağı susuzluk, açlık,
bilinmezlik, ölüm korkusu gibi yaşamasına engel olan şeyler ve bunlara verdiği
tepkiler biraz da herkesin yaşamda başına gelebilecek her tür durumda vermemiz
gereken tepkilere veya kabullenmelere atıfta bulunmaktadır.
Film, güzel bir Hint şarkısı eşliğinde (Pi’s Lullaby isimli şarkı_Videosu
için:http://www.youtube.com/watch?v=6fr1trE54oU
) ve hayvanat bahçesi
görüntüleri ile başlıyor. Pi’yi 5 yaşında, 12 yaşında,daha çok 16 yaşında, ara sıra da başından
geçenleri anlatan 40 yaşındaki bir yetişkin olarak görüyoruz. Deniz kazası
sonrasında Büyük Okyanus’ta 227 gün boyunca geçen olaylar yarı masal tadında ve
enfes görüntüler eşliğinde iki saat boyunca izleyiciye sunuluyor.
FİLMLE İLGİLİ BAZI DETAYLAR:
Filmde kullanılan CGI Bilgisayar destekli teknoloji ile umut
edilenden daha başarılı sonuçlar alınmış, özellikle kaplan Richard Parker ile
diğer hayvanlar gerçek hayvanlarmış gibi canlandırılmıştır.
Film, 2013 Oscar Ödül adaylıklarında 11 farklı kategoride adaylığa
ortak olmuştur. En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Uyarlama Senaryo ödülleri
başta olmak ve kalan adaylıklarda da daha çok görselliğe ait olan teknik
kategorilerde Oscar Ödül adaylıkları bulunmaktadır. En azından teknik bazı kategorilerde
rakiplerini geçmesi rahatlıkla beklenebilir.
Film, IMDB sitesi verilerine göre şimdiden 8.2 gibi yüksek bir puana ulaşmıştır.
Film ülkemizde +13 yaş kategorisi ile gösterime girmiştir. Gerekçe
“şiddet ve korku” dozudur. Diğer ülkelerde PG, yani Parental Guidance (Anne baba
refakatinde veya onayı) sınıflaması ile gösterime giren film (küçük çocukların
hayvanlarla ilgili kimi şiddet sahneleri nedeniyle), ülkemizde nedense PG-+13
sınıflaması ile gösterime girmiştir.
Dört yıl aradan sonra bu filmi yöneten Ang Lee’yi, filmde gemide
yolculuk yapan bir kişi olarak görebilirsiniz.
Filmi çeken Fox 2000 Pictures şirketi, filme 120 milyon dolarlık
bir bütçe ayırarak önemli bir riske girmiş, fakat sonuçta başarılı olmuşlardır.
Filmde tanınmayan oyuncuların kullanılması, hayvanları canlandırmada bilgisayar
teknolojisinin nasıl bir sonuç vereceğinin tam olarak kestirilememesi önemli
soru işaretleri olarak gözüküyordu.
Filmde zaman zaman gözüken turuncu rengi, biraz da Hindistan’ın
baharatlarına gönderme yapan ve hayatta kalmanın (filika-can simidi vb.) sembol
rengidir. Tabii bir de Richard Parker’ın…
Senaryo (David Magee), kitaptan çok başarılı bir şekilde
oluşturulmuştur. Romanda anlatılan her durum ve olay elbette filmde yer
almamıştır fakat, senaryo romanın ruhunu tamamıyla verebilmeyi başarmış,
yönetmen de bu fırsatı iyi kullanmıştır. Bunun yanında romanda bulunmayan
(kaplanın denizde yüzmesi sahnesi gibi) veya çok kısa geçilen (gemi içindeki
diyaloglar gibi) kimi sahneler, filme ayrı bir renk katmıştır. Filmin romana
sadık kalmış oldukça başarılı bir uyarlama olduğunu, yukarıdaki iki resme
bakarak da fark edebilirsiniz. Sol taraftaki resimde romanın orijinal kapağı,
sağ taraftaki resimde de filmden bir sahne görülmekte. Kişisel olarak gerek
romanı okurken, gerekse filmini seyrederken büyük keyif aldığımı rahatlıkla
söyleyebilirim. Romanda okuduklarınızın filmde hayal ettiğinize yakın bir
şekilde gerçekleştiğini görmek insana ayrı bir keyif veriyor. Bu ayki Oscar
Ödül Töreninde bu film önemli başarılar elde eder, çok sayıda ödülü elde ederse
ülkemizde filmin belki yaz aylarında yeniden vizyona girme şansı da
olabilecektir. Eğer filmi izlemediyseniz, özellikle 3D gösterimi sunan sinemada
seyretmenizi tavsiye ederim. Yazar Martel de film uyarlamasını beğenmiş ve
okurlarını filme gitmesini tavsiye etmiştir.
BLOG NOTU: Film, yaşama mücadelesi ve azmi ile inanç kavramları üzerinden evrensel bir temayı çok başarılı olarak yansıtmaktadır. Filmin "En İyi Film" dalında Oscar alma şansı esasen bu nedenle yüksektir. Fakat, Oscar ödüllerini dağıtan Amerikalı Akademi üyelerinin milliyetçilik damarlarının kabarmak istemesi nedeni ile "Argo" veya "Lincoln" gibi filmleri seçmesi de çok olağan karşılanmalıdır. "Life Of Pi"nin teknik dallarda bazı Oscar ödüllerini kazanması benceneredeyse kesin gibidir.
SON SÖZ VE DİĞER BAZI
SEÇENEKLER:
Sonuç olarak ister
Pi’nin Yaşamı kitabını, ister filmini sıkılmadan okuyabilir veya
izleyebilirsiniz. En güzeli, önce romanı okuyup sonra filmini izlemek
olacaktır. Özellikle filmdeki olağanüstü zengin görselliği izlemek için dahi
film izlenmeye değerdir. 2013 Oscar ödüllerinde en azından bu kategoride ödül
almaması şaşırtıcı olacaktır. Filmin, gelecek yıllarda bir “klasik film” olması
da oldukça olasıdır.
Bu roman ve film ile
ilgili olarak diğer benzer seçeneklere bir göz atalım: (Aşağıda ismi geçen kitap ve film isimlerinin üstüne tıklayarak ilgili linklere ulaşabilirsiniz)
Romanın yazarı, hayatta kalma ve denizde kazanma mücadelesi ve
yabani hayvanlarla yaşamak veya karşılaşmak konulu kitap ve çizgi roman
seçenekleri şunlar
olabilir:
Baykuş Kitap’tan çıkmış olan “Bağdat’ın Aslanları” çizgi romanını okuyabilirsiniz. 2003 baharında bir Amerikan
bombardımanı sırasında bir aslan sürüsünün hayvanat bahçesinden kaçarak Bağdat
sokaklarında başıboş gezmesi gerçek haberinden ilham alınarak yazılıp çizilmiş
bu grafik romanı, hem gençler, hem de yetişkinler beğeniyle okuyacaktır.
AKUT Yayınlarından çıkmış olan “Yabani Hayvanlarla Yaşamak” kitabını isterseniz edinip
okuyabilirsiniz. Özellikle bulunduğu konum itibarıyla, sakatlanmış, yaralı,
hasta veya bitkin yabani hayvanlarla karşılaşma ihtimali bulunan insanlara
kılavuzluk etmek üzere, yaban hayat veterineri Ahmet Kütükçü tarafından
hazırlanmış bu rehber kitap size yardımcı olacaktır.
Ernest Hemingway’in kısa
romanı olan “Yaşlı Adam ve Deniz” kitabını okuyabilir veya okutabilirsiniz. 100 Temel Eser kapsamında olup çocuk
ve gençlere okutulması tavsiye edilen bu kısa romanda yaşlı bir adamın denizde
bir kılıç balığını yakalamakla ilgili verdiği mücadele, sade bir anlatımla
veriliyor. Yazar Yann Martel’in Türkçe’ye çevrilmiş diğer romanı olan “Beatrice ve Virgil” isimli kitap da
diğer bir seçenek olabilir. Benim okumadığım bu romanda aç ve korku dolu bir
eşek Beatrice ile Virgil isimli bir maymunun epik yolculuğu konu ediliyor.
Ya da Türkiye’de yayınlanan ilk Ken Parker çizgi romanı olan ve
Alaska başlığı altında “Beyaz Balina” ismiyle yayınlanan, Parantez
Yayınları’ndan (sonra Rodeo Kitap) yeni baskısıyla “Ken Parker-Denizde Av” ismini alan macerayı okuyabilirsiniz
(Yeni-Altın Seri No:9). Yer yer “Moby Dick” romanı ve filminden tatlar içeren bu macerada, insan ruhundaki acımasızlık
ve doğanın tahribi konu ediniliyor.
Vahşi hayvan ile dostluk, denizde hayatta kalma ve denizde kazanma
mücadelesi konulu film seçenekleri ise şunlar olabilir:
Bir çocuk ile bir çitanın sıra dışı dostluğunu anlatan hoş bir aile
filmi“Duma” iyi bir seçenek olacaktır.
Benzer bir çocuk/gençlik veya aile filmi olarakFree Willy filmi de (IMDB Notu:5.6) katil bir balina ile bir
çocuğun dostluğunu anlatmakta. Yönetmen Alfred Hitchcock’un neredeyse tek
mekanda çektiği siyah beyaz film Lifeboat (Yaşamak İstiyoruz) bir deniz kazası sonrası kazadan kurtulanların bir kurtulma
sandalındaverdikleri yaşam mücadelesine
başarıyla odaklanıyor.
Yaşlı Adam ve Deniz filmini/filmlerini seyredebilirsiniz. Romandan
yapılan ilk uyarlamada, Spencer Tracy’nin başrol oynadığı 1958 yapımı olan
gerçek bir klasik film (burada)(IMDB Notu: 6.9) ve bence seyredilmesi gerekli de
bir film. Aynı romanın 1990 yapımı ve başrolünü Anthony Quinn’in oynadığı ve IMDB
Notu:6.4 olan diğer bir uyarlama film (burada) de mevcut. Fakat, 1999 yapımı olan Aleksandr
Petrov’un yönettiği Old Man and The Sea
isimli animasyonu seyretmenizi özellikle tavsiye ederim. 20 dakikalık bu
animasyon filmi Youtube sitesi üzerinden ve http://www.youtube.com/watch?v=W5ih1IRIRxIadresinden İngilizce altyazılı olarak ya da hemen aşağıdaki video bölümünden de izleyebilirsiniz.(IMDB Notu: 8.0)
Bu animasyonun yapımı için 29.000 yağlı boya resim oluşturulmuştur. Adeta flu
ve epik bir rüya tadı veren bu sanat eseri de romanın çok başarılı bir uyarlaması.
2000 yılında “En İyi Kısa Film Animasyon Oscarı” alan filmin ayrıca 11 farklı
ödülü de bulunmakta.
2000 yılı yapımı Mükemmel Fırtına (Perfect Storm)(IMDB Notu:6.3) isimli film de başka bir
seçenek olabilir. Bu filmin konusu, denizde bir fırtınaya tutulmakla ilgili ve gerçek
olaylara dayandığı iddia ediliyor. Başka bir seçenek, Tom Hanks’in başrolünde
oynadığı ve Robert Zemeckis yönetmenliğindeki Yeni Hayat (Cast Away), (IMDB Notu: 7.6). Bir uçak kazası
sonrası ıssız bir adaya düşen bir adamın hayatta kalma mücadelesine ortak
olduğumuz bu film başarılı ve güzel bir filmdir.
Yönetmen Ang Lee’nin en
iyi filmlerinden olan ve Uzakdoğu dövüşünü bir şiir estetiğinde çektiği Kaplan ve Ejderha (IMDB Notu:7.9)
filmini de seyretmenizi tavsiye ederim. Yönetmen Lee, bu film ile dünya çapında
tanınmaya başlamış ve bu filmi En İyi Yabancı Film ödülü dahil olmak üzere dört
Oscar ödülü almıştı. Bu filmin devamının bu sene çekileceği
belirtilmektedir.
Bir de denize düşen bir çiftin köpek balıkları ile birlikte yaşadığı
kabus dolu saatleri anlatan Açık Deniz (Open Water)(2003) filmi de diğer bir
seçenek olabilir.(IMDB Notu:5.8)
MERAKLISI İÇİN İLGİLİ DİĞER LİNKLER:
Filmin 2013 Oscar adaylığı da bulunan müziğinin (soundtrack) Ambika Jois ve Amal Lad tarafından yorumlanan diğer bir videosuburada.
Bu
ay, film uyarlaması yapılmış olan “Road To Perdition” isimli çizgi romandan ve
filminden bahsedeceğiz. Ülkemizde “Cehennem Yolu” ismiyle çizgi romanı
yayınlanmış olan; dünyada da artık bir çizgi roman klasiği olarak kabul gören,
dokuzuncu sanatın bu eşsiz eserinden uyarlanan “Azap Yolu” isimli filmi de
gerçekten başarılı bir film uyarlaması olmuştu. Road To Perdition çizgi romanını
ve filmini keşfetmeye başlayalım.
ROAD TO PERDİTİON ÇİZGİ ROMANI:
Ülkemizde
de Cehennem Yolu ismiyle yayınlanmış olan Road To Perdition çizgi romanı (ya da grafik romanı) Max
Allan Collins tarafından yazılmış ve Richard Piers Rayner tarafından çizilmiş
ve ilk olarak 1998 yılında DC Comics markası altındaki Paradox Press etiketi
ile yayınlanmış bir eserdir.
Road To Perdition Çizgi Romanının Yazarı Max
Allan Collins ve Çizeri Richard Piers Rayner
Halen 64 yaşında olan yazar Max Allan Collins, oldukça üretken bir
roman ve çizgi roman yazarıdır. Bazı Batman, Dick Tracy albümlerini ve TV dizi
senaryolarını yazmış, Ms. Tree isimli bir çizgi roman kahramanı yaratmış,
birçok filmin vizyona girdikten sonra romanlaştırılmasında isim sahibi olmuştur.
Yazarın, “Private Eye Writers Of America’s Shamus” gibi aldığı önemli ödüller
bulunmaktadır.
Yazar, Road to
Perdition’ı yazıp bunun önce çizgi romana sonra filme aktarılmasından sonra bu
eserin romanını yazmış, daha sonra da “On The Road To Perdition Book” ana
başlığı altında, değişik çizerlerle çalışarak, aynı kahramanlara daha ayrıntılı
odaklanan üç farklı çizgi romanın (Oasis, Sanctuary ve Detour) yazarlığını da yapmıştır.
2004 ve 2005 yıllarında Road To Purgatory (Araf Yolu), Road To Paradise (Cennet
Yolu) romanlarını yazarak Cehennem-Araf-Cennet üçlemesini baba Sullivan’dan
oğul Sullivan’ın serüvenlerine kadar sürdürmüştür. Bu romanlar çizgi romana
(Cehennem olanı “Road To Perdition” hariç) uyarlanmamıştır. Yazarın yaptığı tüm
bu eserleri, ilk yayınlanan Road To Perdition çizgi roman senaryosu kadar çok
başarılı olmamış, ses getirmemiştir.
Yazar Collins,
eserini yaratırken önemli araştırmalar yapmıştır. Fakat, ilginç bir durum
olarak çizer Rayner ile eserin tamamlanması sürecinde hiç
karşılaşmamışlardır.İncelediğimiz bu eserin
başarısını sadece yazara dayandırmak doğru olmaz. Yazar, bu eseri yazarken
Japon mangası “Lone Wolf and Cub” isimli eserden esinlendiğini açıkça
söylemiştir. Çok iyi yazılmış bu eserin çizgi romana dönüştürülmesi ise tam
anlamıyla bir şaheserdir ve bunu yaratan da
Ridley
Scott, benim gözümde, isminin tanınmasını sağlayıp gerçek anlamda çıkışını
gerçekleştiren bilimkurguya sırtını dönmüş; bir anlamda aslını unutmuş olan
önemli bir yönetmendi. (Bakınız: Alien ve Blade Runner ) Ta ki, geçen yıl
Prometheus isimli bilimkurgu filmini çekme kararını verene kadar. Acaba
kendisinden daha sıkı bilimkurgucu olan ve birkaç yıl önce Avatar filmi ile çok
iyi kazanıp iyi bir gövde gösterisi yapan meslekdaşı James Cameron’a imrenmiş ve
bilimkurguya dönüş yapmış olabilir mi?
Prometheus filmi vizyona girip Eskişehir
Espark’ta 3 boyutlu olarak filmi seyredince hem Ridley Scott’tan, hem de son
filminden bahsetmemek olmazdı.
İngiliz yönetmen Ridley Scott, 1937
yılında İngiltere’de doğmuş olup halen 74 yaşındadır. Film yönetmenliğine 1977
yılında başlamış olmasına rağmen; ilk önemli çıkışını artık bir bilimkurgu
klasiği kabul edilen Alien (1979) ile yapmıştır. İlk defa seyrettiğimde beni
gerçekten heyecanlandıran bu gerilim-bilimkurgusunu (scifi thriller) ben de çok
beğenmiştim. Yıllar içinde bu filmin de devam filmleri geldi ve bir dörtlü seri
oluştu: Alien Quadrilogy. Dört filmlik bu DVD film setini türün meraklılarına
öneririm. Özellikle Ridley Scott yönetmenliğindeki ilk film ile James Cameron
yönetmenliğindeki Aliens (1986 ) filmleri çok iyidir.
PROMETHEUS FİLMİ
Prometheus filmi, bizi ilk Alien filminin
de öncesi zaman olan, 21 nci yüzyılın sonlarına götürüyor. Arkeolojik bir keşif
sonrası, üzerinde yaşam olma olasılığı olan bir gezegene 17 kişilik bir ekiple
birlikte bir uzay gemisi yola çıkıyor: Geminin ismi: Prometheus. Filme ismini
veren Prometheus, mitolojide öteki kardeşleri gibi, tanrısal düzene kafa
tutmuş, karşı çıkmış ne var ki öteki kardeşlerinden farklı olarak sonunda
insanoğlunu yaratarak ve onlara ateşi (yaratıcılığı, bilimi, uygarlığı) vererek
bu düzeni değiştirmeyi başarmıştır. Filmde gemiye ismini veren bu ad ile
mitolojideki anlamına göndermelerde bulunuluyor.
Gemi gezegene indikten sonra gezegenin
pek de güvenilir bir yer olmadığı zamanla ortaya çıkıyor. Alien filmini seyredenler hatırlayacaktır: Bu
filmde, bir gezegene iniş yapan Nostromo isimli geminin mürettebatı adeta
fosilleşmiş bir uzay gemisi ile onun pilotunu görürler, fakat bunun ne olduğunu
anlayamazlar. Prometheus, bir anlamda bizi bu bilinmeyen durumun cevabına
götürüyor. Film, yer yer 1979
yapımı Alien filmini hatırlatıyor. Elbette bunda, her iki
Pera
Müzesi’ndeki “Goya –Zamanın Tanığı Sergisi”ne gitmeden önce Goya’nın
Hayaletleri (Goya’s Ghosts – 2006) DVD filmini seyretmiştim. Bu filmle ilgili çok
kısa bir tanıtım yapıp filmle ilgili düşüncelerimi aktarayım.
2006 yılı yapımı 116 dakikalık filmin yönetmeni Milos
Forman. Yönetmen, Goya’nın Hayaletleri gibi yine bir dönem filmi olan ve
Mozart’ın hayatından bir kesiti nefis bir şekilde bize sunan Amadeus filmini de
bize sunmuş ve besteci Mozart’ın yaşamından bir kesiti sunan filmi
ile 8 Oscar alan bir başyapıt oluşturmuştu.
Goya’nın Hayaletleri’nin oyuncu kadrosu da parlak; filmdeki başrollerde Javier
Bardem, Natalie Portman ve Stellan Skarsgad bulunuyor.
Francisco de Goya (Stellan Skarsgad),
1700’lerin sonunda İspanya’da Kraliyet ressamı olarak Kral IV Carlos’un himayesindedir
ve sanatının en başarılı eserlerini vermektedir. Fakat, Engizisyon’un da
tepkisini yavaş yavaş üzerine çekmektedir.
Resimlerinde model olarak kullandığı güze Inés (Natalie Portman), Engizisyon
Mahkemesi ve bu mahkemenin kararlarına gizliden gizliye etkide bulunan rahip
Lorenzo (Javier Bardem) tarafından önce çok beğenilip sonra ahlaksızlık ve toplum değerlerine karşı
gelmekle suçlanınca Goya, Inés’in bağışlanması için bir takım girişimlerde bulunacaktır. Acaba Goya’nın ve Inés’in zengin olan ailesinin çabaları, din
kisvesine bürünen Engizisyonun ve onun çıkarcı dostlarının zulmünden kurtulmak
için olumlu bir sonuç verecek midir? Lorenzo’yu bekleyen akıbet nedir?
Filmin Fragmanı
Öncelikle bu bir Goya filmi değil. Çünkü
filmde, ressam Goya hem var, hem de yok. Evet var, çünkü olaylar bazen onun
gözünden sunuluyor, onun varlığı, onun Kraliyet ve Engizisyon
Bu ay çok satan başarılı bir bilimkurgu romanı ile yine bunun başarılı olarak kabul edilen bilimkurgu film uyarlamasından bahsedeceğiz. Dünya dışı varlıkları araştırmak ve onlarla iletişimde bulunmakla ilgili Carl Sagan’ın “The Contact”, bizde bilinen ismiyle “Mesaj” romanını ve Robert Zemeckis’in yönettiği aynı isimli filmini incelemeye başlayalım.
BİR BİLİMKURGU ROMAN ŞAHESERİ: THE CONTACT (MESAJ)
“The Contact” romanı, 1985 yılında Carl Sagan tarafından yazılarak yayınlanmış bir bilimkurgu romanıdır. Romanın taslağı, bir ön senaryo olarak 1979 yılında oluşturulmuştur. Roman için, daha yazım aşamasında iken 1981 yılında yayıncı şirket tarafından Carl Sagan’a 2 milyon dolar gibi oldukça yüksek miktarda avans verilmiş ve romana önemli bir mali destek sağlanmıştır. Yayınlandıktan sonra da ABD’de çok satan kitaplar listesinde 1985 yılının en çok satan 7. nci kitabı olmuştur. Romanın ilk iki yıllık baskı adedi 1 milyon 700 bini bulmuştur. 1986 yılında da En İyi İlk Roman Locus Ödülü’nü kazanmıştır.
Roman, Türkiye’de İnkılâp Kitabevi tarafından 1987 yılında “Mesaj” ismiyle yayınlanmıştır. Romanın ismini ve konusunu oluşturan “Contact” kelimesinin karşılığı olarak “bağlantı, temas, irtibat” kelimeleri anlam açısından çok daha uygun karşılıklar olmasına rağmen, yayınevi muhtemelen roman konusunun daha iyi anlaşılması açısından “Mesaj” ismini, roman ismi olarak tercih etmiştir.
Romanda Eleanor (Ellie) Arroway isminde, hayatını dünya dışı yaşama dair kanıt bulmaya adamış bir bilim kadını ile onun etrafında yaşanan büyük bir keşif konu edilir. Bu keşif, tarihte ilk defa dünya dışı bir uygarlıktan radyo sinyalleri yoluyla gelen bir kanıt sonrasında dünyadaki şaşırtıcı ve hazırlıklı olunmayan bu duruma karşı oluşan tepkiler, yaşanan olaylar konu edilir. Bilimkurgu romanının bilim tarafı oldukça sağlamdır. Matematik, astrofizik gibi bilimsel konular, roman içerisine anlaşılır şekilde yerleştirilmiştir. Bilim çevreleri başta olmak üzere çok sayıda
Gökyüzündeki Ay’ı nasıl bilirsiniz? Kendi halinde, insanlık tarafından keşfi tamamlanmış, gri tonlarında ve ıssız bir yer olarak mı? Bu konuda emin misiniz? Bu yazıyı okuyup, bahsedeceğim belgeseli de izledikten sonra belki bu ezberinizi bir kez daha gözden geçirebilirsiniz. Bu sıra dışı belgeselin ismi “Moon Rising”, Türkçe’ye Yükselen Ay, Ay’ın Yükselişi veya Ay’ın Doğuşu şekillerinde de çevirebiliriz. 2009 yapımı belgeseli Jose Escamilla hazırlayıp yönetmiş. Söz konusu belgesel, “UFO- The Greatest Story Ever Denied Part-2” (UFO- Hep İnkar Edilen En Büyük Öykü Bölüm-2) olarak da tanınıyor.
Ay, insanlık tarihi boyunca bilim insanlarının, yazarların, araştırmacıların hatta gökyüzüne merakla bakan sayısız insanın ilgisini çekmiştir. Dünyamıza en yakın ve bu nedenle de en büyük gök cismi olmasında elbette bunun payı büyüktür. Edebiyattan müziğe, çizgi romandan filmlere kadar pek çok sektörün ilham kaynağı olan; özellikle bilimkurguda H.G. Wells’ten Isaac Asimov’a, Edgar Allan Poe’dan Arthur C. Clarke’a kadar birçok yazara da ilham olan ay, bu dönemlerde nedense pek revaçta değil artık. Belgesel de bu ilgisizliğin nedeninin kasıtlı olduğunu ve ay üzerindeki gerçeklerin örtbas edilmeye çalışıldığını iddia ediyor. Bu iddiasını da yüksek çözünürlüklü fotoğraf ve filmlere, bazı uzman görüşlerine dayandırarak ispat etmeye çalışıyor. Bilindiği üzere ay, sadece dünyanın etrafında dönmekte, fakat kendi etrafında dönmemektedir. Bu nedenle de biz ayın sadece tek bir yüzünü görür, diğer arka yüzünü göremeyiz. Söz konusu iddiaların çoğu da, bizim bakış açımıza göre ayın karanlıkta kalan diğer tarafıyla ilgili.
1994 yılında özel bir araştırma projesi kapsamında ayın yüksek çözünürlüklü olarak fotoğraflanması amaçlanıyor ve 1.8 milyon fotoğrafı elde ediliyor. Bu fotoğrafların bir kısmı da halka açılıyor. Clementine Lunar Image Browser 1.5 sürümlü programda sunulan bazı fotoğraflar birtakım gariplikler taşıyor ki dikkatli gözler bunları tespit edip o dönemde sorgulamaya başlıyorlar. Bu fotoğraflarda bazı bölümlerin üstünün “flu” olarak kapatıldığı ve belirsiz hale getirildiği görülüyor. Daha sonra sorgulamalar ortaya çıkınca bu şüpheli kısımlar tamamen rötuşlanmış ve silinmiş olarak NASA tarafından yeniden servis ediliyor. Bu yapılırken
Edebiyattan sinemaya uyarlamalarda hem romanın, hem de romandan uyarlanan filmin çok iyi olduğu ve ikisinin de çok beğenildiği ikiz-eserler çok da fazla değildir. Bu ay böyle bir ikiliden bahsedeceğiz: Bülbülü Öldürmek (To Kill A Mockinbird) romanı ve filminden.
PULİTZER ÖDÜLLÜ BİR ROMAN: BÜLBÜLÜ ÖLDÜRMEK
Modern Amerika Edebiyatı’nda artık klasik bir eser olarak kabul edilen Bülbülü Öldürmek romanını Harper Lee yazmış ve bu eser 1960’da yayınlanmıştır. Roman, 9 yaşındaki bir kız çocuğu olan Jean Louise Finch’in (kısa adıyla Scout’un) ağzından anlatılır. Bu nedenle romanın dili sade ve oldukça samimidir. “O zaman bu roman, yetişkinlere göre değil, bir çocuk romanı olmalı” anlamı kesinlikle çıkarılmamalıdır.
Romanın ilk yarısında 1930’lu yılların başındaki büyük ekonomik bunalım sırasında avukat Finch ve ailesinin yaşamına, gizemli komşularına odaklanırız. İkinci yarısında ise siyah bir gencin beyaz bir kıza tecavüz ile yargılanmasına ve kasabanın önyargılarına, cehaletine, ayrımcılığına odaklanırız. Romanın ismini aldığı “mockingbird” aslında bülbül değil alaycı kuş veya taklitçi kuş da denilen bir kuş türüdür. Atticus Finch’in çocuklarına bir “mockingbird”ü asla vurmamaları ile ilgili bir uyarısı romanda ve filmde yer alır. Çünkü bu kuşlar bizleri eğlendirmek için vardırlar, rahatsız edici sesleri yoktur. Bu kuş mecazı kullanılarak sesi çıkmayan masum siyahlara da gönderme yapılır.
2010 yılında romanın 50 nci Yıl Özel Baskısı yapılmış ve şu ana kadar dünyada 10 milyonu aşan bir baskı sayısına ulaşmıştır. Romanın İngilizce versiyonu, 1970'li yıllarda Türkiye'de yabancı dille eğitim yapan devlet okullarında (Maarif Bakanlığı Kolejleri) İngilizce derslerinde okutulmuştur.