Bilimsel Gerçekler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bilimsel Gerçekler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Nisan 2013 Perşembe

AY TUTULMASI 25 NİSAN 2013 VE DEĞİŞİM RÜZGÂRLARI

     
       25 Nisan 2013 Perşembe günü Türkiye saati ile 21.03’den gece 01.11’e kadar yaklaşık dört saat süreli (tam ve yarı gölgeli tutulma süreleri birlikte) parçalı ay tutulmasını yaşayacağız. Tam gölgeli (esas) tutulma 22.54 civarında başlayıp 23.22’de bitecek. (Bakınız: Aşağıdaki ikinci şekilde kırmızı renkli olan "Gölge" bölümü)  Bu yazıda ay tutulması hakkında genel bir bilgi verip bu tutulmanın daha çok ülkemiz için ve biraz da kişisel bazda ne gibi etkileri olabileceğini görmeye çalışacağız.  (Ay tutulması ile ilgili ayrıntılı bilgiyi yazının sonunda ve verilen ilgili linklerde de görebilirsiniz) Eğer hava açık olursa, gece çıplak gözle de ay tutulmasını izleyebileceğiz. Bilindiği üzere ay tutulması demek, ay, dünya ve güneşin üçünün aynı hizaya denk gelmesi, dünyanın ay ile güneş arasına girmesi ve ay tarafına giden ve güneşten gelen ışığın önüne dünyanın gelmesi nedeniyle dünyanın gölgesinin ay üzerine düşmesi demek oluyor. (Bakınız: Aşağıdaki şekiller) Bu tutulmalar genelde yılda birkaç kez oluyor. Ay tutulmalarını genelde güneş tutulmaları takip ediyor. Nitekim 10 Mayıs’ta ülkemizden izlenemeyecek bir güneş tutulması da olacak.


  
    

     
     Astroloji, çoğu zaman tartışmalı bir bilim olagelmiştir. Çünkü yıldız ve gezegenlerin konumuna bakarak kişiler, hatta ülkeler hakkında yorumlarda bulunmak ve bunların gelecekleri hakkında tahminlerde bulunmak pek çok kişiye inandırıcı gelmemiştir. Tam tersine çok kişinin de inandığı ve merak ettiği bir konu olmuştur. Ben, astrolojinin potansiyel durumlarla ilgili bir bakış açısı sunduğuna ve çoğu zaman da haklı çıktığına inanıyorum. Yani olması muhtemel gelişmeleri, kişinin astrolojik durumuna bakarak yorumlamak olarak bakıyorum ve buna büyük oranda

21 Nisan 2013 Pazar

TEDAVİDE VE SAĞLIKTA ÖZLENEN YENİ ve MODERN YAKLAŞIM: ŞİFA SENDE-Erhan Özer (KİTAP)


Hastalıkların tedavisindeki en büyük yanlış, vücut için başka, ruh için başka bir doktor olmasıdır. Oysa bunlar birbirinden ayrılamaz.
Hippokrates
   
    Eylül 2012’de basılıp günümüze kadar çok sayıda baskı yapan (ben 8’nci baskısını Mart 2012'de almıştım) Doktor Erhan Özer’in Şifa Sende İsimli kitabını size önemle tanıtmak istiyorum. Dr. Erhan Özer bu kitabını 30 yılı aşkın okuma, gözlem, araştırma, kendini geliştirme ve iç arayışın sonunda yazdığını, kendi doğumundan kitabını yazdığı zamana kadar yaşamda karşısına çıkan olayların, kişilerin birer tesadüf olmadığını böylelikle anladığını yazıyor.
    Aylar önce bir gazetede yazar-doktorun kendisiyle yapılmış bir röportajını okumuştum. Sanatçı Nilüfer’in son dönemdeki önemli bir rahatsızlığına ilişkin doktorluğunu yaptığını o zaman öğrendiğim doktorun röportajını okuyunca “ Ne güzel, kendini gelişen çağa uydurmuş modern bir doktor. Tedavilerdeki süreç, artık bu bahsedilen boyuta gidiyor” diye içimden geçirmiştim. (Söz konusu röportajın linki burada ve en altta). Kitabı okuyunca bu görüşlerim daha da pekişti. Tıp dünyamızda böyle açık görüşlü, mevcut sistemi sorgulayıcı, modern bilgilere kendini adapte etmiş bir doktorun, yine böyle güzel bir eseri ortaya çıkardığını görünce bunu paylaşmam gerektiğini fark ettim.

   Kitabın 259 sayfası içinde toplam 11 bölüm bulunuyor. İçindekiler bölümünde hangi bölümlerin olduğunu aşağıdaki sayfada görebilirsiniz.


                              Şifa Sende Kitabının İçeriği (Resmin üstüne tıklayıp büyütebilirsiniz)


DR. E.ÖZER’İN BU KİTABI YAZMA NEDENLERİ VE BAZI TEMEL HUSUSLAR:

Ø  Tanrı parçacığının (Higgs Bozonu) bulunması, artık tıp alanında da duruma hücre seviyesinde değil, atomaltı seviyede bakmayı gerektiriyor.
Ø  Kronik (müzmin, süregelen) hastalıklar bir kader değildir. İnsanların dünyaya gelişlerinin bir amacı vardır, o da tekâmüldür (ruhsal gelişim). Hastalıklar da ruhsal tekamülün bir parçasıdır.
Ø  Tıbbın, insanın bir ruhunun olduğunu yeniden hatırlaması gerekiyor. Tıp alanındaki en büyük problem, ruh, zihin, beden bütünlüğünün kurulamamış olmasıdır. Bunlar kopuk değerlendirildiği için bütünün tamamı görülemiyor.
Ø  Tüm hastalıkların kaynağı, ruhsal ve duygusal çatışmalardır. (Kazalar, yaralanmalar, zehirlenmeler ve zararlı ışınlara maruz kalma hariç) (Örneğin kanserin varlığı, üç önemli bileşenin bir araya gelmesiyle ortaya çıkıyor. Bunlar , o kişi için aşırı dramatik bir durumun olması, bunun beklenmedik olması ve kişinin yalnızlığa doğru itilmesi.) Hastalıkla ilgili çatışmayı ortadan kaldırdığınızda hem ilgili organ, hem beyin ve hem de psikoloji; üçü birden iyileşir. Böylelikle ruhsal gelişimin de yolu açılır.
Ø  Dünyaya geliş amacımız, ruhsal olgunlaşmadır (tekamül). Bilincimizi ve frekansımızı daha üst bilinç ve frekans seviyelerine yükseltmeliyiz. Yaşamda amaçladığımız sadece haz alma amaçlı duygu tatmini yoluna gitmemiz bize ancak geçici mutluluklar ve bazı bağımlılıklara götürür. Halbuki, evrensel yasalar gereği olması gereken ruhsal tatmin gerçekleşmezse, hayat bize gitgide sıkıcı hale gelmeye başlar.     
Ø  Sevgi, evrenin gücüdür ve ruhsal tatminin de anahtarıdır. Kendi ruhumuzu evrenle bütünleştirmek için ilk şart olarak kendimizi sevmemiz gerekir. 


KİTAPTAN BAZI ÖNEMLİ SATIR BAŞLARI:

Ağrı ya da hastalıkların ana kaynakları şunlardır:

1. Bedensel alandaki asitlenme ve regülasyon blokajları
2. Zihinsel alandaki duygusal çatışmalar ve regülasyon blokajları
3. Ruhsal alandaki düşünce çatışmaları ve regülasyon blokajları

Regülasyon blokajı, vücudun kendini yaşatmak ve korumak için kullandığı bir çeşit sigorta sistemidir. Hastalığın kaynağı hangi alandan geliyorsa o alandaki regülasyon blokajları tedavi edilmelidir. Bunlar tedavi edilmezse enerji kapasitesi kaybedilmeye başlanır. 

Asitlenme, Duygusal ve Düşünce Çatışmaları:
Ağrı ya da hastalıkların diğer ana nedenleri olan bu konularla ilgili olarak geniş açıklamalar ve öneriler bulunuyor. Asitlenmeden korunmak için vücudumuzu alkali hale getirmemiz, bu maksatla da yiyip içtiklerimize dikkat etmemiz gerektiği belirtiliyor. Örneğin içtiğimiz su, mümkün olduğu kadar alkali olmalı, (1 Litre suya 1 tatlı kaşığı kadar karbonat katılabilir), bunun yanı sıra rafine değil, doğal tuzlar tercih edilmeli (Deniz tuzu, Himalaya tuzu gibi). Daha ayrıntılı bilgiler kitapta bulunuyor. (Kitapta bahsedilen asitlenme ve alkali beslenme ile ilgili Ayşegül Çoruhlu'nun Alkali Diyet isimli kitabıyla ilgili yazmış olduğum tanıtım yazısı burada
     
HASTALIKLARDAN KORUNMANIN ve TEDAVİNİN RUHSAL BOYUTU:

     Kitapta ruhsallık ile hastalığa yakalanma ve tedavi olma arasındaki yakın ilişkiler sık sık analiz ediliyor. Duygusal ve düşünce çatışmalarına yol açan nedenler, yazarın hastalarında görüp edindiği tecrübeler ışığında okurlara sunuluyor. Biz, en önemlilerinden bir kısmını buraya aktaralım:
ü  Niyetimiz ana belirleyicidir. Niyetinizi siz belirlersiniz. Bedeniniz buna uyum göstermek zorundadır. Bu nedenle niyet belirlerken çok dikkatli olmalıyız. Düşünceleriniz gerçekleşir. İyi ya da kötü fark etmez.
ü    Yaşam içinde sürekli karşılaştığımız problemler, onlarla rezonansa girdiğimiz insanlar ve sıkıntılar, aslında kozmik plandaki amaçta yol göstericilerdir.
ü    Hep karşı tarafta suç buluyorsanız, hep kurban durumundasınız. Halbuki, yaşadıklarınız bir şekilde size bir şey anlatmaya çalışır ve sizin için bir öğrenme yöntemidir. Anne ve baba da bu öğrenme yolculuğunda başrol oynar. Eğer anne ve babanızla ilgili bir problem dikkatinizi çekiyorsa, bilin ki sizin de hayatınızda öğrenmeniz gereken ders bu ve sizin de bu problemi halletmeniz gerekiyor. 
ü  Halletmemiz gereken problemlerin kaynağını kendimizde aramamak ve sorunları görmezden gelip mazeretlere sığınmak, kanserin en önemli nedenleri arasındadır. Evrensel frekanslarla uyumlu olmadığımız için ve her şeyi ilaçlarla perdelediğimiz için bunlar oluşuyor.

17 Eylül 2012 Pazartesi

EN SAĞLIKLI VE DOĞAL YOĞURT: KENDİ MAYALADIĞINIZ YOĞURT



                                          Fotoğraf, www.lezzetlisomunlar.blogspot.com sitesinden alınmıştır.
    
    Piyasada satılan yoğurtların pek çoğunda katkı maddeleri olduğunu öğrendiğimde “tamamen doğal yoğurt” arayışına girdim ve yaklaşık bir aydır da kendi mayaladığım yoğurdu yapıp yiyoruz. Daha pratik olduğu için yoğurt makinesi satın alarak yaptığım yoğurdun yapımını anlatmadan önce; bazı üreticilerin yoğurtta yaptıkları “katkıların” neler olduğunu araştırıp öğrendiğim kadarıyla size de aktarayım. 
 Birkaç ay önce bir bilim adamının yoğurtla ilgili bir haberini okumuştum. (Bakınız: Cumhuriyet Gazetesi 05 Nisan 2012 tarihli haber ). Bu haberde, İstanbul Üniversitesi’nden Dr. Yavuz Dizdar, yoğurt da dâhil olmak üzere marketlerdeki uzun ömürlü gıdalardan uzak durulmasını tavsiye ediyor ve marketlerde bulunan yoğurtların içinde “glutatyon maddesi”nin bulunmadığını belirtiyor. Hâlbuki bu maddenin bir yoğurtta olması gereken ve bizleri birçok hastalıktan koruyan bir madde olduğunu; endüstriyel yoğurtlarda bu maddenin çeşitli nedenlerle (yoğurdun raflarda ekşime yapmaması, yoğurdun uzun süre dayanması vb.) yoğurt üreticileri tarafından alındığını söylüyordu. Bu haberi okuduktan bir süre sonra, televizyonda da yine doğal yoğurt konusunu görünce internette biraz araştırma yaptım, sonra da bir yoğurt makinesi alarak doğal yoğurt sürecine giriş yapmış oldum.  

BAZI ENDÜSTRİYEL YOĞURTLARDA NELER VAR:

    Yoğurt üretimi yapılırken sütün bir kısmı buharlaşma sonucu kayboluyor. Maliyeti azaltmak için de “milamin”, “selüloz” ve “süttozu” gibi katkı maddeleri katılıyor. Bu maddeler hem kıvamı artırıyor, hem de çok daha az süt kullanıldığı için üreticilerin maliyetini düşürüyor. Sağlık Bakanlığı tarafından bu maddelerin ancak belirli bir sınırda kullanımına izin veriliyor. Bu maddelerin, özellikle milamin ve selülozun uzun vadede insan vücuduna nasıl etki ettiğine dair bilimsel çalışmalar bulunmuyor. Eğer varsa da bunlar kamuoyu ile pek paylaşılmıyor.  
     Kıvam artırıcı olarak kullanımına sınırlı olarak izin verilen bir diğer katkı maddesi de “jelatin”. Son dönemde jelatin hakkında da bazı iddialar mevcut. Ülkemizde üretimi henüz olmadığı için dışarıdan ithal edilerek gelen bu maddenin önemli bir bölümü Avrupa ve Amerika Birleşik Devletlerinden geldiği ve bunların da domuzların deri, kemik ve bağ dokularından üretildiği TV haber programlarına da konu olmuş. (Bakınız: 17 Haziran 2012 tarihli NTV Haber programı.) Jelatin maddesi, pasta kremalarından bazı şekerleme türlerine, eritme peynirlerinden şampuanlara kadar pek çok yerde kullanılıyor. 
    Eğer meyveli yoğurt yiyor veya çocuklarınıza yediriyorsanız bu maddelerden başka “E” türevi gıda boyaları da vücuda alınıyor demektir. Bunlardan özellikle E102, E104, E110, E122, E124, E129, E211 isimli maddelerin zararlı olduğu biliniyor. Meyveli yoğurtların içeriğinde bu maddelerin olmamasına dikkat etmek gerekiyor. Hatta en iyisi endüstriyel tip meyveli yoğurtlardan kaçınmakta fayda var. 
    Yoğurdun üstünde kaymak olması sizi yanıltmasın. Bunun yolu da bulunmuş. Tereyağı aromalı

30 Mayıs 2012 Çarşamba

SAĞLIKLI OLMA VE SAĞLIKLI ZAYIFLAMA: ALKALİ DİYET (KİTAP)



    Zayıflamak için çeşitli diyetlere başvurmak, etkili bir yolmuş gibi gözükmektedir. Hemen her yıl değişik isimli diyetler halka sunulmakta ve sunulan ilgili diyetin etkili olduğu iddia edilmektedir. Duymuşsunuzdur; Dukan Diyeti, Kan Grubuna Göre Beslenme Diyeti, Karatay Diyeti, Hollywood Yıldızları Diyeti vb… Kısa vadeli olarak bu diyetler bir parça etkili de olabilmekte; fakat bir kısmı sağlık sorunlarına da neden olmaktadırlar. Ayrıca kısa bir süre sonra vücut kaybettiği kiloları tekrar almakta, hatta kaybettiği kilolardan daha fazlasını da ilave olarak alabilmektedir.
   Kalıcı çözüm için, kısa vadeli bu değişik diyetlerden vazgeçip beslenmemizi “sağlıklı bir yaşam biçimi”ne getirmemiz gerekiyor. Alkali Diyet kitabına bu yönüyle inanıyorum ve kitapta belirtilen bilimsel görüşlere de katılıyorum. Hatta, yakın gelecekte vücuttaki alkali-asit dengesinin daha önemli olacağına_ kitapta da iddia edildiği gibi_ inanıyorum. Alkali Diyet kitabında nelerden bahsediliyor, kısaca göz atalım:
    Yanlış beslenme ve çevresel faktörlerin de etkisiyle “kronik bir asitlenme” etkisinde yaşıyoruz. Çoğu insanın vücudu, bariz şekilde asidik hale geldi. Halbuki vücudumuz hafif alkali olması için programlanmış bir organizmadır. Vücudun asit ve alkali dengesi oluşmazsa sağlığımız bozulmaya başlıyor. Denge bozulduğunda, kilo alma gibi nispeten daha hafif bir rahatsızlığın yanı sıra kolesterol, osteoporoz, kırışıklıkların artışı, eklem rahatsızlıkları, ödem, selülit, böbrek taşı oluşumu, uykusuzluk, tiroid fonksiyonlarının azalması ve hatta kansere kadar varan olumsuz sonuçlara yol açabilmektedir. Kanser başta olmak üzere bu tür rahatsızlıklarla ilgili birçok araştırma sonuçlarında, vücudun asit düzeyinin oldukça yüksek ve alkali düzeyinin düşük kaldığı tespit edilmiş.
   Vücudumuzu asidik artıklardan, bir anlamda kirlenmiş düzeyden kurtarmamız ise çok zor değil. Beslenmemizde alkali besinlere ve içeceklere biraz daha fazla yer vermemiz gerekiyor. Kitapta liste olarak sunulan alkali besinler var. Örneğin kabuklu hariç tüm deniz ürünleri alkali

16 Mayıs 2012 Çarşamba

BEYİNDEN BİLİNCE YOLCULUK FESTİVALİ



      Beyinden Bilince Yolculuk Festivali (2012), bu yıl ikinci kez düzenleniyor. Festiva A.Ş. tarafından düzenlenen “Beyinden Bilince Yolculuk Festivali”nde nöroloji, psikiyatri, holistik tıp, anestezi, kadın doğum, göz hastalıkları, tıbbi seksoloji, endoktrinoloji, psikoloji gibi çeşitli bilim dalları ve kişisel gelişim alanından uzmanlar, seminerler ve atölye çalışmalarıyla beynin ve zihnin işleyişi, bilincin doğası hakkındaki bilgileri anlaşılır bir dille ziyaretçilere aktarılacak.
       Beyin, bilinç, biofeedback, manyetik alan, biorezonans, kişisel gelişim, eğitim ve danışmanlık, nöro-psikiatri ve psikolojik danışmanlık, yayıncılık, algılama, hafıza, hızlı okuma, zeka ve öğrenme gibi alanlarda faaliyet gösteren kuruluşlar da festivalde hizmetlerini tanıtacaklar.
      Geçen yıl katıldığımdaki etkinlik programına göre, bu yıl biraz daha zengin bir etkinlik programı ziyaretçileri bekliyor. Etkinlik programında workshoplar, seminerler, imza günleri bulunuyor. Etkinlik, workshop ve seminer programı ile katılımcı listesine buradan ulaşabilirsiniz.    

     

5 Mayıs 2012 Cumartesi

POPULAR SCIENCE TÜRKİYE DERGİSİ İLE GELECEĞİ GÖRMEK


        
     Popular Science Dergisi’nin, (Türkçe ismiyle Popüler Bilim Dergisi) Türkçe baskısı Mayıs 2012’den itibaren yayına başladı. 1872’den beri yani 140 yıldır yayınlanan böylesi sağlam geçmişi olan bir derginin ülkemizde yayınlanmaya başlaması güzel bir gelişme tabii. “Bilim” denilince çoğu insanda bir çekinme, adeta “bir anlaşılmazlık” ve kendine uzaklık hissi oluşur. Bu nedenle bilimin ve bilim dilinin “anlaşılır” şekilde kullanımı çok önemlidir. Popular Science Türkiye, akıcı, kolay anlaşılır bir dil kullanarak bunu sağlıyor. Ayrıca kullandığı görsel malzemeler çok yerinde ve güzel. Üstelik Türkiye’de ilk defa denenen bir uygulama ile akıllı telefonlar kullanılarak dergi içindeki fotoğrafların, “canlı videolara” dönüşmesini sağlayabiliyorsunuz. Dergi içindeki bazı konularda video bölümleri var ve isterseniz bunları seyredebiliyorsunuz. Cep telefonunuzu dergideki fotoğrafa tutuyorsunuz ve telefonunuzdan video olarak seyredebiliyorsunuz. Bunun için için Apple veya Android sistemli akıllı telefonunuza “PopSci Tur AR” isimli küçük bir aplikasyon indirmeniz yeterli.
       Popular Science dergisinin gücü, geleceği çok iyi görüp analiz edebilmesinden geliyor. Öyle ki zamanında imkansız olarak görülüp olmaz denen ve bilimkurgunun kuru hayal dünyası diye küçümsenen bir çok gelişmeyi dergi önceden görüp eski sayılarında bunların haberini verebilmiş. Örneğin Ay’da su bulunabileceğini daha 1892 yılında yani 2009’da bulunuşundan 107 yıl önce yazmış. Benzer şekilde 76 yıl öncesinden 1934’de tam yüz nakli yapılabileceğini; yine 76 yıl öncesinden 1931’de robotların koku alabilecek teknolojiye ulaşacağımızı ve bunun gibi birçok teknolojik ilerlemeyi öncesinden tahmin edebilmiş olan bu vizyon sahibi dergiyi ben beğendim. Genç bir nüfusa sahip olan ülkemiz, umarım bilime ve geleceğe ilişkin merakını geliştirir ve bu dergiye hakkını verir. 3.50 TL gibi düşük sayılabilecek bir ücretle bilime, geleceğe ve hatta bilimkurguya çeşitli uzman görüşleriyle çok boyutlu bakan bu dergi, okunmayı hak ediyor.  
      Derginin uluslararası baskısı olan orijinal baskısının tüm arşivine ulaşabilir ve eğer İngilizce biliyorsanız merak ettiğiniz tüm konularda arşiv araması yaptırarak derginin arşivinden ilgili bölüme ulaşabilirsiniz. Popular Science arama arşivi burada.

 
MERAKLISI İÇİN İLGİLİ LİNKLER:

Derginin tanıtım yazısı burada

Derginin İngilizce internet sayfası burada.

CNN Türk’te Medya Mahallesi programında derginin editörü Şahin Ekşioğlu ile yapılmış video söyleşi burada.

13 Nisan 2012 Cuma

EZBER BOZAN BİR BELGESEL: MOON RISING (İnceleme)


    Gökyüzündeki Ay’ı nasıl bilirsiniz? Kendi halinde, insanlık tarafından keşfi tamamlanmış, gri tonlarında ve ıssız bir yer olarak mı? Bu konuda emin misiniz? Bu yazıyı okuyup, bahsedeceğim belgeseli de izledikten sonra belki bu ezberinizi bir kez daha gözden geçirebilirsiniz. Bu sıra dışı belgeselin ismi “Moon Rising”, Türkçe’ye Yükselen Ay, Ay’ın Yükselişi veya Ay’ın Doğuşu şekillerinde de çevirebiliriz. 2009 yapımı belgeseli Jose Escamilla hazırlayıp yönetmiş. Söz konusu belgesel, “UFO- The Greatest Story Ever Denied Part-2” (UFO- Hep İnkar Edilen En Büyük Öykü Bölüm-2) olarak da tanınıyor.


 
    
    Ay, insanlık tarihi boyunca bilim insanlarının, yazarların, araştırmacıların hatta gökyüzüne merakla bakan sayısız insanın ilgisini çekmiştir. Dünyamıza en yakın ve bu nedenle de en büyük gök cismi olmasında elbette bunun payı büyüktür. Edebiyattan müziğe, çizgi romandan filmlere kadar pek çok sektörün ilham kaynağı olan; özellikle bilimkurguda H.G. Wells’ten Isaac Asimov’a, Edgar Allan Poe’dan Arthur C. Clarke’a kadar birçok yazara da ilham olan ay, bu dönemlerde nedense pek revaçta değil artık. Belgesel de bu ilgisizliğin nedeninin kasıtlı olduğunu ve ay üzerindeki gerçeklerin örtbas edilmeye çalışıldığını iddia ediyor. Bu iddiasını da yüksek çözünürlüklü fotoğraf ve filmlere, bazı uzman görüşlerine dayandırarak ispat etmeye çalışıyor. Bilindiği üzere ay, sadece dünyanın etrafında dönmekte, fakat kendi etrafında dönmemektedir. Bu nedenle de biz ayın sadece tek bir yüzünü görür, diğer arka yüzünü göremeyiz. Söz konusu iddiaların çoğu da, bizim bakış açımıza göre ayın karanlıkta kalan diğer tarafıyla ilgili.
   1994 yılında özel bir araştırma projesi kapsamında ayın yüksek çözünürlüklü olarak fotoğraflanması amaçlanıyor ve 1.8 milyon fotoğrafı elde ediliyor. Bu fotoğrafların bir kısmı da halka açılıyor. Clementine Lunar Image Browser 1.5 sürümlü programda sunulan bazı fotoğraflar birtakım gariplikler taşıyor ki dikkatli gözler bunları tespit edip o dönemde sorgulamaya başlıyorlar. Bu fotoğraflarda bazı bölümlerin üstünün “flu” olarak kapatıldığı ve belirsiz hale getirildiği görülüyor. Daha sonra sorgulamalar ortaya çıkınca bu şüpheli kısımlar tamamen rötuşlanmış ve silinmiş olarak NASA tarafından yeniden servis ediliyor. Bu yapılırken