22 Ekim 2011 Cumartesi

TÜM ERDEMLERİN PINARI: DÜRÜSTLÜK (Deneme)

      İlk yazımın konusunun biraz özellikli olmasını istedim ve neredeyse tüm insanların hasret kaldığı çok önemli bir kişilik özelliğine; dürüstlüğe dair bir yazının uygun olacağını düşündüm. Evet, dürüstlük felsefi olarak tüm erdemlerin (adalet, vicdan vb.) ve etik değerlerin pınarı yani çıktığı kaynak kabul edilir. Gerçekten de öyledir. Bir insan dürüstse hatalarını kabul edebilir, daha iyi insan olmak için çaba gösterebilir. Adil bir insan olmaya çalışır, dolayısıyla kendi kişisel çıkarından çok insanların hakları konusunda daha duyarlıdır. Bu iyi örnekleri daha da çoğaltmamız mümkün tabii.
      Günümüzde dünyaya ve özellikle Türkiye’mize bakarsak bu özelliğin nedense göz ardı edildiğini, hatta küçümsendiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Toplumumuzun çok önemli bir kesimi tarafından “Dürüst olmak”, adeta enayilik veya zayıflık ile eş anlam taşımaktadır. Çünkü “malı götürmek”, “köşeyi dönmek” için dürüst değil, “kıvrak”, “iş bilir”, “kurnaz” yani kısaca yalan söyleme becerisine (?) sahip olmak gerekir. Sadece iş hayatında değil kimi zaman evliliği de kapsayan ikili ilişkilerde de bu beceriye sarılıveririz. Toplumumuzun içine, neredeyse genetik kodlarına sinmiş bu durum elbette olumsuz sonuçlar da doğuracaktır. En önemli sonuçlarından biri; insanların birbirine güvenlerinin azalmasıdır.

      Elbette bu yanlış kodlamalar ve alışkanlıklar daha erken çocukluk çağında başlamaktadır. Anneden ya da babadan hatta bazen her ikisinin de birlikte yalanlarını fark eden çocuk yalana başvurmaya başlar. Bazen de çocuk yargılanmaktan, eleştirilmekten korktuğu için bu yola başvurur. Derken okulda, askerlikte, meslek hayatında bu “beceri” unutulmaz; tam tersine gittikçe bazılarının “ihtisas alanı” haline gelir. Esasında toplumun genelinde de dürüst insan pek de istenmez, sisteme çomak sokan/ istenmeyen kişi olma tehlikesi vardır çünkü. Bunun sonucunda da hemen herkesin dert yandığı toplumsal kodlamayla/sorunla karşılaşırız ve hep birlikte söyleniriz: “Kimseye güvenilmez”…Bir çok kişi başkalarının değişmesini, dürüst olmasını ister de ben dürüst müyüm diye sorma gereğini nadiren hisseder.
      Yalanı daha çok niçin söyleriz? Kendi kişisel çıkarımız, varlığımız zarar görmesin diye…Gururumuz incinmesin, hakkımızda hep iyi düşünülsün, eleştirilmeyelim vb. diye. İyi de, karşımızdaki kişiye yalan söylemek, onun varlığına, mevcudiyetine yapılmış bir saygısızlıktır. Onun da, kim olursa olsun doğruyu bilme, “doğru ile taçlandırılma hakkı” vardır. Üstelik sadece karşımızdakinin değil; bizim kendi öz varlığımızın, kişiliğimizin de yalana başvurarak “aşağılanmaması”, değerinin düşürülmemesi gereklidir.  
                
       Toplumsal değişim ve dönüşüm tek bir fertte, kişinin kendisinde başlar. Bu nedenle önce kendi dürüstlüğümüzü sorgulamalıyız bence. Biz insanlara doğruyu söylüyor muyuz? Doğruyu söyleyen insanlara tepkilerimiz nasıl oluyor, onların düşüncelerine saygı gösteriyor muyuz? Keşke eğitim sistemimiz “dürüstlüğü”, kişide ve toplumda yayan bir konumda olabilse…Dürüstlüğün çok güzel ödülleri de vardır. Yalnız bu ödüller ancak uzun vadelerde elde edilebilecek ve pek elle tutulup gözle de fark edilemeyecek türden ödüllerdir çoğunlukla. Kesin olan şey, uzun vadede dürüst kişinin kendisinden ve hatta yakın çevresinden başlayarak tüm evrende adeta bir kelebek etkisi yaratarak “yaşamın kalitesini artırma”  sonucunu doğurmasıdır. Türkiye’nin dürüstlüğe daha çok önem verdikçe; gerçek anlamda eşik atlayacağını, çağı daha kolay ve daha az zahmetle yakalayabileceğini düşünüyorum…
     Dürüstlük yoluyla “yaşam kalitemizi” artırmak (bolluk, bereket de dahil olmak üzere) yapabileceklerimiz neler olabilir? Dürüst davranan insanlara bu davranışlarından ötürü teşekkür etmek, tersine davranış gösterenlere ise kolaya kaçıp sadece arkasından konuşmamak, bu durumla ve o kişiyle yüzleşebilme cesaretini gösterebilmek
     Doktor ve yazar Erdal Atabek’in “Dürüstlük Sevgili Çocuğum” isimli kitabının da ilk yazısı olan aynı isimli bu çok güzel yazısını konuyla yakından ilgisi olduğu için aşağıda sunuyorum. Yazarın bu kitabında başka güzel yazılar da var. Alıp okumanızı tavsiye ederim. Gittikçe daha az yalanın olacağı bir dünyada olmamız dileklerimle…


                         DÜRÜSTLÜK, SEVGİLİ ÇOCUĞUM...           Erdal ATABEK

Dürüstlük insan ahlakının temelidir.
Ama dürüstlük nedir?
Yalan söylememek, kimseyi aldatmamak, kendi çıkarı için başkalarını kandırmamak, olduğundan başka türlü görünmemek dürüst olmak için yeterli midir?
Değildir sevgili çocuğum.
Çağımızda bunlar da kalmadı elbette, ama dürüstlük bunlardan çok daha fazla, bunlardan çok daha başka bir şeydir.
Dürüst olmak, gerçekleri kabul etmektir. Dürüst olmak, her şey ve herkes için aynı ilkeleri geçerli kılmaktır. Dürüst olmak, her zaman ve her koşulda doğru bildiğinin yanında olmaktır. Bunlardan ötürü de dürüst olmak çok zor bir şeydir.
Dürüst olmak en başta cesur olmayı gerektirir.
Cesur olamadan dürüst olamazsın.
Yalnız kalmayı göze alamazsan dürüst olamazsın.
Çıkarlarından yoksun kalmayı göze alamazsan dürüst olamazsın.
Dürüst olmak, bedeli çok ağır bir erdemdir.
Ama zaten bütün bunlardan ötürü de çok değerlidir.
O zaman insan neden dürüst olmanın peşinde koşsun ki?
Böylesine ağır bir yükü kim sırtlanmak ister?
Söze bakarsan herkes dürüst olduğunu söyler. Rahatça ve kolayca.
Ama biraz onların yakınlarında durur, nelerden çıkar sağladığına bakarsan görürsün ki gerçekte dürüst değillerdir.
Her çıkar, ekonomik çıkar değildir sevgili çocuğum.
Duygusal çıkarlar vardır, kendi üstünlüğünü kabul ettirmeye dayalı çıkarlar vardır.
Çok çeşitli çıkarlar vardır.
İnsanı baştan çıkaran da her çeşitten çıkardır.
İşte, insanı dürüst olmaktan uzaklaştıranlar bunlardır.
İnsan önce kendine karşı dürüst olmaktan vazgeçer.
Sonra da buna uygun kılıflar hazırlar.
“Koşullar” der, “'Böyle yapmak gerekiyordu” der, “Sen işin içyüzünü bilmiyorsun” der, daha sıkışırsa karşısındakini suçlar, tehdit eder, saldırır.
Ama ne yaparsa yapsın, dürüst değildir.
Gerçekleri kabul etmeye yanaşamaz.
Bir yıl önce “ahlaksal zekâ” konusunda bir yazı yazmıştım.
Ahlakın bir zekâ biçimi olduğunu belirmiştim ki doğrudur.
Dürüstlük de bu ahlaksal zekânın birinci ilkesidir.
Ama bak, dürüstlük insana neleri sağlar?
Öncelikle, dürüstlük özdeğer yaratır. Kendine değer vermeyi öğrenirsin.
Özdeğer kendine saygı duymayı yaratır, özsaygın olur.
Özdeğer ile özsaygı da özgüveni yaratır.
Özgüveni olmayanlara dikkatle bakarsan görürsün ki özsaygıları ve özdeğerleri ya eksiktir ya da yoktur.
Özgüven, temelsiz bir böbürlenme değildir.
Temelsiz bir böbürlenme, değersizliğini örtmeye yarayan bir özgüven taklididir.
Özgüven, gerektiği zaman ortaya çıkan büyük bir güçtür.
Ama işte özgüven de baba parasıyla, dayı desteğiyle oluşmaz.
Özgüven senin bileğinin hakkıyla kazanacağın bir erdemdir.
Özgüven, dürüstlüğünün sana armağanıdır.
Dürüstlük sevgili çocuğum, yaşamının temel taşı olursa kazanırsın.
Hakkın olanı kazanırsın ki çok değerlidir.
Doğru olanı kazanırsın ki başını hep dik tutmanı sağlar.
Kendini kazanırsın ki en büyük kazancındır.
Geri yanı sana kendiliğinden gelir.
Doğru yerde durana doğru şeyler gelir.
Yaşamanın güzelliği bundan başka nedir ki?
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi, 15 Mayıs 2006
                       

2 yorum: