Tüm kalbi kırıklara...
- Haydi, konuş artık benimle şu konuyu. Biliyorsun söz vermiştin, bir gün anlatırım demiştin.
Genç kız, konuşan kız arkadaşına baktı. Gözlerini tekrar uzaklara çevirdi. Alt dudağını dişlerinin arasında sıkıştırmaya devam etti.
- Yeter artık Nurgül. Kendine zulüm ediyorsun böyle yapmakla. Odaya kapanmalar, saatlerce uzaklara bakıp bakıp durmalar. Gerçi sen bazen dışarı çıkıp saatler boyu kaybolduğun da oluyor ama seninle hiç birlikte dışarı çıkıp gezmedik. Bu kadar depresif olduğunu bilseydim inan senin yanına gelmezdim cadı kız. Bak, bırakıp giderim ona göre.
Nurgül tebessüm ederek tekrar kız arkadaşına baktı ve konuşmaya başladı:
- Tamam, anlatacağım Hande dedi ve arkadaşının kolundan tutarak diğer eliyle koltuğu işaret etti. Birlikte koltuğa oturdular.
- Ha şöyle. Bu güzelliğe somurtmak yakışıyor mu hiç?
- Nereden başlayayım bilmiyorum. Sanırım en başından anlatmak en iyisi dedi.
- Nasıl istersen. Haftalar sonra “Evet-Hayır” dışında böyle konuşman da güzel.
- Onunla ilk önce sinema kuyruğunda karşılaştık. Sırada hemen önümde duruyordu. Hayır, yakışıklı denemezdi. Giyimi de çok sıradandı. Üstelik biraz... nasıl diyeyim; şaşkın hatta safça bir hali vardı. Ama gözleri... Gözleri bir tuhaftı. Derler ya gözler kalbin aynasıdır. Bu söz bu çocuğa yakışıyordu. O tertemiz, içten bakışları beni gerçekten etkilemişti.
- Önce sen mi konuştun?
- Onunla oynamak istedim. İçimden belki buna değmez ama ne zararı var dedim. O bir çift kocaman anlamlı gözü tekrar tekrar görmek istiyordum işte. Bilet gişesine yaklaşırken omzuna dokunarak filmle ilgili bir soru sordum. Sonra havadan sudan bir iki konuda konuştuk. O ürkek ama sevecen bakışlarını bana daha çok doğrultmaya başladı. Bunu başaracağımı zaten biliyordum.
- Bu güzelliğine hangi erkek dayanabilir ki? Zümrüt yeşili gözler, kıvırcık uzun saçlar, harika bir vücut ve endam.
- Saftirik çocuk – evet önceleri kendisine içimden böyle diyordum – bana bakıp gülümsemeye çalışıyordu. Kendime güvenimden yakışıklı, çekici çocuklara bile pek yüz vermem, ama bu çocukcağız sevinsin dedim içimden. Hatta bunun kız arkadaşı bile yoktur dedim içimden. Oynamaya devam ettim. Madem güzel bakıyorsun, birazcık seviniver diyordum içimden. Keşke başlamasaymış.
- Kader işte. Herkesin kaderi güzel olmaz ki...
- Sonra filme girdik. İkimiz de tek başına olduğumuzdan sanırım, gişedeki kız ikimizi yan yana koltuklara vermiş. Sen istersen buna tesadüf de, ben demiyorum. Filmi yan yana izledik. Onun bana ilgisini ve heyecanını hissedebiliyor, ara sıra görebiliyordum.
- Bir şey yapmış mıydı? Yani...
- Yok, hayır hayır. Kesinlikle öyle girişken veya arsız tiplerden değildi. Hatta sinemanın koltuğunda bile beni rahatsız etmeyecek şekilde benden uzaktan oturuyordu. Birkaç defa yanlışlıkla eline ve koluna çarpmış gibi yaptım. Tepki göstermedi, ben de elimi eline yaklaştırarak hafifçe temas ettirdim. Kafasını bana çevirdi ve kocaman açılmış sevinç dolu gözleriyle bana bakarak gülümsedi.
- Sonra?
- Sonrası benim daha çok yönlendirmelerim ile başlayan buluşmalarımız ile devam etti.
- O olaydan önce kaç kez buluşmuştunuz?
- Üniversitedekileri saymazsak dışarıda 4-5 defa galiba.
- Anladım, o olayın mı beni daha çok etkilediğini, yoksa önce kendisinin mi beni etkilediğini öğrenmek istiyorsun. Tam bilemiyorum, ama sanırım o beni yavaş yavaş etkisi altına alıyordu. Hatta benim onunla gezip çıktığımı gören üniversitedeki birkaç erkek arkadaşım kıskançlıklarından çocuğun taklidini yaptılar veya benimle dalga geçtiler. Onun saflığı, dürüstlüğü, çocuksu tavrı beni etkilemişti. Ama bizi ayıran o talihsiz olay bende büyük bir darbe etkisi yaptı.
- Benim senin yanına buraya gelişim de yaşadığın bu travma başlangıcında gerçekleşti biliyorsun. Arkadaşların, ailen hatta üniversiteden bazı hocaların da seni düştüğün bu bunalımdan kurtarmak için çabaladılar. Seni yalnızlığından kurtarmak, biraz olsun moral vermek için benim senin yanına gelmemi sana teklif ettiler. Sana bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. Kendi memleketimden uzak bu yabancı yerde bana gönderilen kısıtlı miktardaki para ile böyle güzel bir evde kalabilmem mümkün olamazdı. Sen kabul ettiğin için...
- Lütfen Hande. Bunu bir daha konuşmayalım. Hayatta paradan daha önemli şeyler de var. Hele böyle gurbette. Sen de bana şu an en çok ihtiyacım duyduğum şeyi; dostluğunu ve arkadaşlığını veriyorsun. Üstelik benim tüm depresif, kendi içine kapanmış halime rağmen. Sen zorlamasaydın ama iyi ki zorladın; ben daha çok böyle devam ederdim. Ayrıca ödemem gereken bedelin ne kadar süreceğini de bilmiyorum. Lütfen bana yardımcı olmaya devam et.
- Bedel mi? Ne bedelinden bahsediyorsun?
- Ölüme davetiye çıkarmanın bedeli tabii. Bir buçuk ay önceki o kazadaki gizli suçlu benim.
- Saçmalıyorsun Nurgül. Devrim’e arabayla çarpan adam şu an tutuklu. Yakında da yargılaması başlayacak.
- Tamam, sana her şeyi anlatacağım. Kaza günü, aynı zamanda benim doğum günümdü. Devrim bana mavimsi firuze taşlı bir kolye hediye etmişti. Ama ben rengini beğenmediğimi, kırmızı renkli bir kolye istediğimi söyleyip değiştirmesini söylemiştim. Yani...yani şımarıkça davranmamın sonucunda onu ölüme ben gönderdim.
- Ama, sen...
- Benden bunu duyunca kolyeyi kaptığı gibi değiştirmeye gitmişti. Bana bir an önce getirmek isterken acele etmiş ve .... ve ölmeden az önce de yerdeyken yanındakilere elindeki kana bulanmış küçük kutuyu göstererek “Bunu sevgilime vermem lazım, istediği renk oldu” demiş. Nurgül, cebinden çıkardığı kırmızı renkli kolyeyi göstererek ağlamaya başladı. İki genç kız birbirlerine sarılarak ağlamaya başladılar. Nurgül’ün hıçkırıkları durmuyor, katıla katıla ağlıyordu.
Öykü için Resimleyen: Gülhan Sevinç
Dakikalar sonra gözündeki yaşları iki elinin tersiyle silen Nurgül konuşmaya başladı:
- Kendi doğum günümde ben öldüm. Her gün de bu acıyı tazeliyorum, ölmeye devam
ediyorum. Birden ciddileşti ve devam etti:
- Bir gece yatakta uyumaya çalışırken ve yüreğimdeki bu acı ile tutuşurken “ Allahım,
yaptığım hatanın farkına vardım. Bana güç ver, acımı dindir” diye yalvardım. O gece
rüyamda bilmediğim bir yerde üstlerinde siyah bulutlar tüten ve acı içindeki insanları
gördüm. Ben bu insanlara sevgiyle tek tek dokundum ve dokunduğum insanların
acılarından arındıklarını gördüm.
- Normaldir canım. Bilinçaltın sana her şeyi gösterebilir. Takılma böyle şeylere.
- Daha bitmedi. Bunları günlük hayatımda yaşadım da. Onlardan üçüncüsünü dün sabah gördüm.
- Ne üçüncüsü? Lütfen şifreli konuşur gibi konuşma Nurgül, ne gördün?
- Aynen rüyamda gördüğüm gibi onları çevremde görmeye başladım. Artık gözlerim, siyaha kaçan koyu çamur renk taşıyan insanları arıyor. Dediğim gibi şu ana kadar üç kişide gördüm. Bunların bedenini dıştan çevreleyen çok koyu, karanlık bir enerji bulutu var. Diğer insanlarınkini böyle göremiyorum ama sanırım yardıma ihtiyacı olan ve dünyadan ayrılmayı seçmek üzere olan insanları görüyorum.
- İnsanları çepeçevre saran ama göremediğimiz enerji alanlarına aura mı deniyordu. Onlardan herhalde.
- Evet, bence de. Ama inan öyle kötü ve umutsuz durumdalar ki onların yanında ilk başlarda benim de ruhum kararıyor, hatta oradan kaçıp gitmek istiyorum.
- Aman Allahım, böyle bir şey nasıl....yani...
- Gerçek, sonuna kadar gerçek inan bana. Ben kafayı da yemedim merak etme. Karşılaştıklarımdan ikisi erkekti, biri de bir genç kızdı. Genç kız, ismi Melis idi, onunla üç gün buluşup konuştuk hatta. Anladığım kadarıyla üçü de yakın bir zamanda intiharı seçecekti. Ama ben durdurdum onları, biliyorum ben engelledim. Sevgimi verdim onlara, ellerini tuttum, birlikte ağladık, konuştuk, etrafımızda bize garip garip bakanlara aldırmadan saatlerce oturup dertleştik. Sonra o pis renkli bulutların azaldığını ve kaybolduğunu gördüm. O anlarda hissettiğim huzuru ve sevinci anlatamam.
- Nurgül, canım yaşadıkların çok ağır şeylerdi, acaba diyorum ruhunun biraz rahatlaması için yaşanan şeyler olmasın bunlar. Ne bileyim... yine de güzel tabii ama kendini böyle kaptırmasan.
- Hayır, hayır o pis çamur rengi görüyorum diyorum sana. Erkeklerden biri iş bulmak için buralara kadar gelmiş, Hikmet Amca derdim ona. O da bana “ Kızım gurbette yaşamak pek zormuş, var olan paramı da çaldılar. Kimseye güvenim kalmadı, haftalardır iş de bulamıyorum çaresizim, memlekete dönecek param bile yok demişti. Onda da gördüm. Konuştuk, dertleştik, biraz para da verdim ona ve bulut kayboldu. Diğerleri de Seçkin ve Melis, onlar da bizim yaşlarımızda gençler, onlar da çok kötüydüler. Sevgimi karşılıksız verdim hepsine. Kırık ve yaralı kalplerin tek ilacı var: Sevgi. Devrim’in de bana karşılıksız verdiği, sevgiydi. Devrim, canım, bunları belki görüyordur onun anısını yaşatmak için bile ben hizmet etmeye devam edeceğim. Eminim o, beni bu hizmetim için takdir ederdi.
- Neye hizmet? Kime hizmet?
- Kalbi yaralı kuşlara hizmet. Aynı benim gibi kalbi kırılmışlara, hayata küsenlere hizmet. Gurbetteki yaralı bir kuştan, diğer yaralı kuşlara hizmet.
Nurgül, odasına gitti ve elinde küçük bir paketle geldi. Paketi açarken:
- Hande bak, bunu dün görüşmemizden sonra Seçkin almış ve bana hediye olarak verdi dedi ve küçük kutunun kapağını açtıktan sonra şaşkınlıktan gözleri kocaman açılmış şekilde mavi renkli bir kolyeyi uzatarak:
- Firuze taşlı kolye...Devrim’in bana aldığı ve hediye etmek istediği kolyenin aynısı... dedi ve tekrar ağlamaya başladı. Hande arkadaşına sarılırken:
- Bu bir tesadüf olamaz Yaralı Kuş. Sanırım Devrim de öbür taraftan seni onaylıyor. Diğer yaralı kuşları birlikte bulmamıza ne dersin?
NOT: Yukarıdaki öyküm, Gölge e-Dergi'nin Temmuz 2010'daki Gurbet Özel Sayısı'nda yayınlanmıştır. Söz konusu sayıya http://www.mediafire.com/?cjkfoc9mnlmbrff veya http://golgedergi.blogspot.com/2010/07/golge-e-dergi-gurbet-oykuleri.html sayfalarından bilgisayarınıza indirerek ulaşabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder