3 Aralık 2012 Pazartesi

BENİM GÖZÜMDEN… (ÖYKÜM)



                                               BİR RESİM, BİR ÖYKÜ - 2

Blog Notu:  Aşağıdaki öykü, Notos Öykü ve İki Aylık Edebiyat Dergisi'nin (Ekim-Kasım 2012) 36’ncı sayısında yayınlanan, Diane Arbus imzalı aşağıdaki fotoğraftan esinlenerek yazılmıştır. 

   “Onun elinden tut Robert, elinden sıkı tut!” 
   “Tutuyorum tabii Samantha, bak işte!” 
   Babamın elimi sıkı sıkı sıkı kavrayışını sanki dün gibi hatırlıyorum ve tabii annemin benimle ilgili ona yaptığı ikazları… 
  Evden dışarı çıkmamız saatler sürerdi. Bazı akşamlar ve tabii hafta sonları dışarı çıkacağımızı kolaylıkla anlardım: Annemi uzaktan seyrederek… Önce annemin kıyafetlerini tek tek üzerinde denemesi, makyajını uzun uzun aynada yapması, takılarını bir bir ayna önünde denemesi, sonra kız kardeşimi hazırlaması, babamın giydiklerini beğenmeyip değiştirtmesi, sonra babama benimle ilgili talimatlarını vermesi. “Onun saçını taradın mı Robert?”, “O, açık renk pantolon giymedi değil mi Bob? Biliyorsun yere düştüğünde çabuk kirleniyor.” ya da “ Çabuk çıkart şu üzerindekini tatlı çocuk. Anneni üzmeyeceksin yine, değil mi?” 
 Cynthia ile aramda beş yaş fark vardı. Güzel ve alımlı Cynthia, tıpkı annesi gibi… Cynthia en güzeli olmalıydı, en alımlı, en göze çarpan... ”Cynthia, canım benim! Sana bu beyaz elbiseyi aldım, prensesler gibi gözükeceksin bununla.” Evet, prenses olmaya çok az kalmıştı, üstelik daha kolejde okurken. 
  “Yılın Meleksi Güzeli” yarışmasına daha bir yıl varken evde hazırlıklar başlamıştı. Oturup kalkma ve yürüme dersleri, gözleri kocaman açarak bakış fırlatma ve dönerken eteği zarafetle dalgalandırma denemeleri… Kız kardeşim yarışmada ikinci oldu. Yarışmada sonuçlar açıklanırken annemin adeta şok olduğunu hatırlıyorum ve hatta kız kardeşimin de. Eve dönünce kriz büyümüştü. “Bob, ama bu gerçekten haksızlık; birincilik kızımın hakkıydı.” Babamın “Ama güzelim ikincilik de çok güzel” sözü ikisini de yatıştırmamıştı. “Neler diyorsun Bob? Kızımın hakkını yediler, niye anlamıyorsun?” Cynthia’nın o akşam, çok ağlamaktan gözleri şişmişti. Anne-kız, en sonunda ikincilik tacını da yere atıp parçaladılar. Annemin bana dönüp “Şuna bak, yine hiç tepki yok. Yoksa kıskanıyor musun kardeşini?” demesini, babamın o sırada bir kızına, bir karısına şaşkın gözlerle bakmasını, ona baktığımı görünce de mutfağa gidişini dün gibi hatırlıyorum.



     Bundan yıllar önce çektirdiğimiz fotoğraflardan birine bakıyorum, o zaman farklı şeyler var mıydı? Sanırım, o fotoğrafçı kadın dışında yoktu. Yıllarca unutmadığım, unutmak da istemediğim o kadının çektiği bu fotoğrafa bakınca, üzülmekle sevinmek arasında kaldığımı fark ettim. Birlikte şehri gezmeye gittiğimiz o zaman, Cynthia annesinin kucağında daha bebekmiş, bense küçük bir çocuk. Babam henüz saçlarını dökmemiş ve sanırım o zaman da annemin sözünü dinleyerek elimi tutmuş. Annemi söylemeye gerek var mı? Yine bakımlı, yine havalı, yine her şeye hâkim… Yüzünü hayal meyal olsa da, fotoğrafı çeken kadını gayet iyi hatırlıyorum. Bana bakıp bakıp yüzümü okşamasını, “Ne tatlı bir çocuk bu” deyişini, sonra anne ve babamla
konuşup birkaç kez bizim fotoğraflarımızı çekmesini… O zaman “Bu kadın benim annem olsa” diye düşünmüştüm hatta. Başkalarının yaptığı gibi Cynthia’ya ilgi göstermeyip beni gerçekten seviyorsa pekâlâ annem de olabilirdi.  Hatta babam gibi elimi tutması için ona da izin verirdim ve onun uslu çocuğu olurdum.
    Esasında hep uslu çocuktum, ama… Çok daha öncesine, başlangıcına gidersek; annemin beni doğurması sonrasında yanlış giden bir şeylerin farkına varılmış. Babamın yıllar sonra anlatışına göre, önce yüzümdeki deformasyonun farkına varılmış. Doktorlar ilerleyen yıllarda estetik operasyonlarla kısmi düzelmeler olabileceğini söylemişler. Gözler hariç tabii… Birkaç yıl sonra da ikinci şok: Otizm gerçeği. En büyük darbe anneme olmuş tabii. Hatta durum, oldukça geç bile fark edilmiş. Babam söylemese de, annemin “farklılığımı” kabul etmekte zorlanması, bu geç teşhisin söylenmeyen nedeni olsa gerek.
    Yine de ben türümün şanslı olanlarındandım. Hastalığımla ilgili olarak verilen raporlardan en kapsamlı olanını yıllar sonra babamın dosyalarının arasında tesadüfen bulmuştum: “Hafif otistik semptomlar tespit edildi. Zekâ normalin üstünde. Konuşma ve ifade yeteneği mevcut, fakat bu yeteneğini kullanmayı çoğunlukla tercih etmiyor. Çoğu kez tanımadığı ya da güven bağı kuramadığı insanları görmezden geliyor, dış dünya ile ilişkisini sınırlandırıyor. Güvenini kazanan kişilerle konuşmalarında bazen tekrarlara gidiyor. Ayak parmaklarının ucunda yürümekten ve ellerini sallamaktan hoşlanıyor. Güvene ve sevgiye dayalı bir eğitimle mevcut semptomlar azalabilir.”         
    Okul yıllarım çok zorlu geçmedi. Sorun dersler değildi. “Hey evlat, nereye bakıyorsun? Tahtaya bak!” Beni henüz tanımayan öğretmenlerimle genellikle böyle tanışırdım. Sınıfta gülüşmeler… Hâlbuki tahtaya ya da öğretmene bakardım. Şu benim sol gözüm yüzünden. Ben de bu uyarıya itiraz etmez, kafamı hafifçe sola çevirir gibi hareket ettirir, böylece öğretmenimi onaylardım. Geçen zaman içerisinde, bu ve benzer şekilde davrandığım için kimi öğretmenlerimin saygısını kazandığımı da fark ettim ve elbette beni zaman zaman politik davranmakla suçlayan kimi sözde arkadaşlarımın nefretini de…        
    Babamı gerçekten seviyorum. Geçen yıl evlendiği yeni eşi benden pek hoşlanmasa da ara sıra evlerine gidiyorum. Evladına yeterli güveni veren bir babanın, insanı hayatta biraz daha güçlü kıldığını öğrendim. Annem babamla boşandıktan sonra kardeşinin yanına New Orleans’a taşındı. Şehre geldiğinde bazen görüşüyoruz. Cynthia ise sekreter olup Houstan’da bir bankacı ile evlendi. Türüm içerisinde, kendi ayaklarının üstünde durup, bağımsızlığını gerçekleştirebilen istatistiklere göre yüzde on beşin içinde olmak elbette iyi bir duygu. Fakat mutlu olmak için yeterli değil…    



MERAKLISI İÇİN İLGİLİ DİĞER LİNKLER:

Fotoğrafçı Diane Arbus’u tanıtan bir yazı, çok yakında bu blogda.

“Bir Resim-Bir Öykü-1: Unutulmaz Üçlü isimli öyküm ile Notos Dergi’de yayınlanan resim ve fotoğraflardan öyküler yazma ile ilgili bilgiler blogumda burada.   


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder