13 Mayıs 2012 Pazar

ANNELER GÜNÜ VE ANNELİK



                                                                                                           Tüm Annelere ve Çocuklarına…

       Bugün Anneler Günü. Sabahleyin bir buket çiçek ile annemin yanına gidip gününü kutlayınca, bende bu konuyla ilgili bir yazı yazma fikri oluşuverdi. Yalnız bu yazının, sıradan, “sadece günün anlam ve önemine uygun olarak yazılmış bir yazı” olmadığını belirtmek isterim. Anne sevgisi, elbette tek bir güne sığdırılmayacak kadar önemli ve kutsal bir sevgi. Ne mutlu bu karşılıklı sevginin farkında olabilen ve bu sevgiyi yaşayan annelerine ve onların çocuklarına…
       Bugün birçok evlat, annesinin gönlünü alacak, gününü kutladı ve kutlayacak. Ne kadar güzel…Madalyonun bir de görülmekte zorlanılan tarafına bir bakalım. Elbette, geçmiş dönemlerde olduğu gibi günümüzde de annesi ile ilişkisi sağlıklı olmayan veya anne-evlat ilişkisi istediği gibi yürümeyen evlatlar da bulunmakta ve kaçınılmaz olarak bu durum gelecekte de olacak. Evrende hiçbir şey tesadüf değildir. Buna “kader” adını da isterseniz koyabilirsiniz. Eğer bu şekilde ilişkisi olan kişilerdenseniz ve bu satırları okuyorsanız, odağınızı bu konuya verip kendinize şu soruyu sorabilirsiniz, tabii eğer sormak isterseniz: Anneniz sizin hayatınızda niçin var? Elbette sadece olumlu gözüken kısmıyla değil. Sizin hangi tarafınız, hangi özelliğiniz “anneniz ile birlikte şifa bulmayı”, halledilmeyi bekliyor? Sabrınız? Dürüstlüğünüz? Kendi gücünüze sahip çıkmanız? Kendi değerinizi bilmeniz? Koşulsuz sevginiz? Ya da başka bir şey?...

       Muhtemelen, bu sayılanlardan biri veya bir başkası olan “durum”u halletmeden, iyi olmayan ilişkiniz aynen devam edecektir. Siz bunu anlayıp gerçekten halletmek isteyinceye kadar…Siz değişim/dönüşümde kararlı olur ve bunu gerçekleştirirseniz karşınızdaki kişi de değişecek. En azından muhtemelen ilişkiniz şifa bulacak ve daha sağlıklı bir iletişim sağlanacak…Yani durumu “siz halledeceksiniz”. Başkasının değişmesini beklemeyin boşuna…Bu arada, ilişkinizi “mış gibi” yaşamaya devam etme seçeneğini, yani durumu kabul edip çözme yerine; boş verme, birilerinden gizleme, (belki ebeveyninizden, belki çevreden ve hatta kendinizden) örtbas etme, yalan söyleme, çözümü geciktirme, hatayı salt karşı tarafta görme vb. davranış tarzlarınızda, yine muhtemel olarak bu, mevcut durumunuzu hafifletmeyecek;  olasılıkla uzun vadede ilişkiyi daha da sağlıksız duruma getirecektir.
       Ülkemiz, evlat yetiştirme ve toplumsal davranış açısından batı değil, doğu toplumlarına biraz daha yakın bir konumdadır. Büyük şehirlerde yaşayan büyük çoğunluk bile, geleneksel değerler ile büyümüş anne babalarımız tarafından büyütülmüştür. Toplum içerisinde geleneklere, aile değerlerine ve büyüklerin söylediklerini uygulamak yüceltilmekte, fert olarak başarılı bile olsa bağımsız davranış tarzları, kendi sınırlarını belirleme ve buna uygun yaşama tarzları pek de tasvip edilmemektedir. Elbette genel hatlarıyla söylüyorum. Bu nedenlerle kuşak çatışmaları kaçınılmaz olarak ülkemizde en azından batılı ülkelere nazaran çok daha fazladır.
       Genel olarak anneler, babalara nazaran çocuklarını büyütürken evlatlarının karakterini biçimlendirme konusunda daha çok söz sahibi ve yetkin konumda oluyorlar. Elbette bunda yanlış bir husus bulunmuyor. Fakat, uzmanlar, evlatların “hayata hazır olma” açısından; annelerin kızlarıyla, babaların da oğullarıyla birlikte uygun faaliyetlerde bulunmasının rol model açısından çok daha yerinde olacağını söylüyorlar. Elbette çocuğa/çocuklara kendi alanları ve benlikleri içinde yaşamaya izin vererek. Maalesef bu durum ülkemizde, yukarıda değindiğim kuşak çatışmasına götüren nedenlerle pek mümkün olmuyor. Kendi kararında “direten” anne ve babalar, ya tamamen kendi güdümlerinde bir evlat yetiştiriyorlar. (İşin garibi bundan çok da hoşnut olanlar mevcut); ya da kendilerini karşısına almış, “direnen” bir evlat yetiştirmiş oluyorlar. (İşin yine garibi, bunu kendilerinin gerçekleştirdiklerinin farkında değiller)
       Bugün Milliyet Gazetesinde Can Dündar’ın bu konuyla ilgili  “Ana ile Oğul” isimli güzel bir yazısını okudum. Bunu da bu yazının altında paylaşmak istiyorum. Böylesi bir günde annelere de dokunduran bu yazıya göre anneler, değiştiremedikleri eşlerini ve kendi ideallerini erkek evlatlarında görüyorlar ve buna uygun davranıp pek de iyi yapmıyorlar. Bugün Türkiye’de annelere evlatlarının nasıl olmasını istedikleri sorulsa, büyük çoğunluğun “başarılı, mutlu, kendi ayakları üstünde durabilen” seçeneği yerine; “bana bağlı, beni dinleyip düşüncelerimi uygulayan ve …..gibi özellikleri olan” seçeneğini tercih edeceklerini düşünüyorum. Halbuki, Halil Cibran ne güzel söylemiş:

 Çocuklarınız sizin çocuklarınız değildir,
Onlar, Hayat’ın kendine duyduğu özlemin oğul ve kızlarıdır.
Sizin aracılığınızla gelirler, ama sizden gelmezler,
Ve sizin yanınızda olmalarına rağmen, size ait değildirler.
Onlara sevginizi verebilirsiniz ama düşüncelerinizi değil,
Çünkü onların kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerine ev sahipliği yapabilirsiniz ama ruhlarına değil,
Çünkü onların ruhları, sizin rüyalarınızda bile ziyaret edemeyeceğiniz
Yarının evinde yaşarlar.
Çünkü hayat ne geriye gider ne de dünle oyalanır.
Sizler öyle yaylarsınız ki,
Canlı oklar olan çocuklarınız, sizin üzerinizden gönderilir.
Okçu sonsuzluk yolunun üzerindeki hedefi görür
Kudretiyle sizleri büker ki
Okları hızla uzaklara gidebilsin.
Okçunun elinde bükülürken hoşnut olun
Çünkü, O, uçan oku sevdiği gibi
Sabit duran yayı da sever.                  

Yine de annelere haksızlık etmeyelim. “Günün anlam ve önemine uygun olarak yazılmış” annelik ile ilgili beğendiğim sözleri aşağıya ekledim. Yaşamın her anında annelerin ve babaların kendi çocuklarından, evlatların da anne ve babalarından öğrenecek çok şeyleri var. Yeter ki kim olursak olalım; “en doğrusu benim doğrum” diye diretenlerden olmayalım. Anneler Günü’nüz ve her gününüz sevgi dolu olsun… 

                                              Resim: Mother and Child-Zula KENYON 
                      
ANNELİK İLE İLGİLİ GÜZEL SÖZLER:

Anneler, her şeyi görmeseler bile kalpleriyle duyarlar Alekseyeviç  OSTROVSKİ

Hiçbir süs ve makyaj, bir kadını analık sevgisi kadar güzelleştiremez. Emile BROCHVOGEL

Kadınlarımızın genel görev ve çalışmalarda paylarına düşen işlerden başka, en önemli, en hayırlı, en faziletli bir ödevleri de "iyi anne" olmalarıdır.  Mustafa Kemal ATATÜRK

Kadınlar zayıftır, ama analar kuvvetlidir. Victor HUGO

Kadınların saâdet saltanatı, iyi birer anne olmalarıyla başlamaktadır. Aşeref GüZELYAZICI

Bana iyi anneler veriniz, size iyi vatandaşlar vereyim. Napoleon BONAPARTE

Kadın için asıl mutluluk, anne olmaktır.  ANONİM

İyi anne, en muhterem insan; iyi annelik, en güzel sanattır. ANONİM

Anne kalbi, çocuğun okuludur.  Henry FORD

Biz insana, ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Annesi onu güçsüzlükten güçsüzlüğe uğrayarak karnında taşımıştır.   KURAN-I KERİM
 
Bir çocuk için anası ve babası dünyayı temsil eder. Çocuk, annesi ve babası nasıl davranıyorsa, dünyadaki herkesin de aynı şekilde davranacağını düşünür.  M.Scott PECK

Annelerde kırık kalpleri yapıştıran sihirli bir tutkal vardır.  Jackson BROWN

Başarısızlık ve felaketlere rağmen, hayata karşı güvenlerini sonuna kadar saklayabilen insanlar, daha çok iyi bir anne tarafından büyütülmüş olanlardır.  Andre MAUROİS    


ANA İLE OĞUL  _ CAN DÜNDAR  (Milliyet  13 Mayıs 2012)

Katılır mısınız bilmem; derler ki: “Erkek kadınla hiç değişmeyeceğini umarak evlenir; kadınsa erkeği eninde sonunda değiştirebileceğini umarak...
Sonuç, her ikisi için de hayal kırıklığıdır:
Kadın çabuk değişir; erkek hiç değişmez.
Ve kadın, arzuladığı erkeği oğlunda büyütmeye çalışır.”
* * *
İlginç bir tez bu...
Dikkatli okunduğunda bir paradoks kendini ele veriyor:
Tez doğruysa o değişmeyen erkekleri de her kadın kendi eliyle yetiştiriyor demektir.
Neden olmuyor?
Sanırım cevap, ana-oğul ilişkisinin karmaşasında saklı...

* * *
Cloeen Sell’in Bir Fincan Huzur” kitabında (Arkadaş, 2010) “Anneler ve oğulları için yazılmış öyküler” var. 
Birçok öyküde, bahsettiğim sorunun tezahürleri yazılmış.
Çoğu anne, oğlunu istediği kalıba dökemediğinden dertli...
Barbara Marshak, sık rastlanan bir ergen tavrını işlemiş:
6. sınıfı bitiren oğlu, okula giderken onu yanında istemiyormuş. Servise bindirirken, “Yanımda durma” diye bağırmış bir gün...
Annesi az öteye gidince “Biraz daha uzaklaş anne” diye seslenmiş.
Epey uzaktan izlediğinde de “Anne eve dön” diye kızmış.
Marshak, aynı yaşta kendisinin de annesinin okula gelmesinden duyduğu utancı hatırlıyor.
Öyküsünün adı:
“Şimdi biraz mesafe gerek.”

* * *

Bir başka “mesafe” öyküsü Jeannette Valentine’dan...
Oğlunun mezuniyet törenini anlatıyor.
Dekan, velileri selamladıktan sonra öğrencilere dönüp “Mezunlar lütfen ayağa kalkın” diye bağırıyor.
Mezunlar ayaklanıyor.
“Şimdi dönüp velilerinize bakın” diyor Dekan...
Oğullar, yüzünü arka sıralardaki velilere doğru dönüyor.
Dekan diyor ki:
“Beyler, şu an sizi büyütenlerin huzurundasınız. Onlar sizi ilk günden itibaren sevgi ve anlayışla destekledi. Şimdi onlara, önünüzdeki yeni hayata hazır olduğunuzu söylemenizi istiyorum. Lütfen benden sonra tekrarlayın.”
“Ben...” diyor Dekan...
Mezunlar “Ben...” diye tekrarlıyor.
“Şimdi isminizi söyleyin!”
Herkes ismini söylüyor.
“Benim için yaptığın fedakârlıklara müteşekkirim.”
Hep bir ağızdan tekrarlıyor mezunlar...
“Benimle gurur duyacaksın.”
“Ama istediğin gibi biri olabilmem için...”
Velilerin merakla beklediği son cümle can yakıcı:
“...lütfen beni bırak!”
Sonra Dekan velileri ayağa kaldırıyor. Onlara oğullarının yüzüne karşı “Seninle gurur duyuyorum” dedirtiyor. Ve aynı cümleyi tersten okuyor:
“...ve istediğin gibi biri olabilmen için...”
“...seni resmen...
“...bırakıyorum.”
Veliler gözyaşları içinde tekrarlıyor.
Bir oğlun yuvadan kanatlanış töreni adeta...

* * *

Erkekte arzuladığı değişimi başaramayan kimi kadınlar, onu oğullarında yaratmak ister.
Ama bu hırs, oğulların “Ben ayrı bir varlığım” direncine toslar.
Ve çoğu zaman, istenenin tam tersi sonuç verir.
Erkek çocuk, annesine direnerek büyür.
Anne ısrar ederse, o direnç, oğlanda karaktere dönüşür.
Ve erkekte değişim ümidini çaresizce gelin devralır.
Bu kısır döngünün kırılabilmesi, oğulların kendi ayakları üzerinde durabilmesi, değişebilmesi için “biraz mesafe” şarttır.
Maharet, “Lütfen beni bırak” diye haykırmadan, onu koltuğunun altından uçurabilmek, kanatlandırabilmektir.
Sağlam karakterler, biraz da bunu başarabilmiş annelerin eseridir.
Tüm annelerin ellerinden öperim.


                                                                                                         Resim: Holy Family -Alex Grey

Blog Notu: (Yayınevinin "Bir Fincan Huzur" serisi kitaplarının tanıtımı burada)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder