24 Mart 2013 Pazar

NEY, MEY VE HEYHEY: NEYZEN TEVFİK (İnceleme)

                                                                         

                 

                     

                                                                                          Neyzen Tevfik’in Anısına Saygılarımla…

                                            Alem mi ne der, ne derse boştur,
                                                       Allah, şu tabiatım ne hoştur…Neyzen Tevfik
Neden Neyzen Tevfik yazısı?
Önce, çok iyi bir neyzen olduğu için…
Kendisini az tanıyan kimseler tarafından alkolik, ruh hastası, derbeder gibi tanımlamalarla anıldığı halde, aslında büyük bir mizah ustası ve felsefe yönü oldukça kuvvetli bir düşünür olduğu için…
Toplum kurallarını hiçe sayar gözükürken bile, toplumun kendi koyduğu yanlış kurallar ile eğlendiği, toplumda oluşup yozlaşmaya yüz tutmuş sözde değer yargılarının ne denli boş olduğunu anlatmaya çalıştığı için…
Yaşadığı dönemde toplumda ve çevresindeki olaylara gösterdiği korkusuz tepkiyi, oldukça ustalıklı bir şekilde yergilerinde, dizelerinde ve sayısız nüktede keskin zekâsıyla yansıttığı için…
Kısacası, Ney’i, Mey’i (İçkisi) ve Heyhey’i (Gelip giden zararsız deliliği)  ile tarihe damgasını hoş bir şekilde vurmuş haksızlıklara duyarlı, içi dışı bir, samimi, dürüst, orijinal bir adam olduğu için…
Özel bir neden daha: Yılın aynı günü doğduğumuz için…


BLOG NOTU:  24 Mart 2013 tarihi,  Neyzen Tevfik’in doğumunun 134’ncü yıl dönümüdür.
 Sanal ortamda Neyzen Tevfik’e atfedilen, sonradan uydurulmuş özellikle mısralar ve anekdotlar da yer almaktadır. Bu nedenle, internet dışında, özellikle basılı bazı kaynaklardan yararlanılarak yazılan bu yazının sonunda, yararlanılan kaynakça yer almaktadır. 

NEYZEN TEVFİK KİMDİR ve HAYATI:  

    

    Neyzen Tevfik, 24 Mart 1879’da Bodrum’da (Muğla) doğdu. Asıl adı Mehmet Tevfik Kolaylı’dır. Kolaylı soyadını Soyadı Kanunu çıkınca almıştır. Babasının aile kökeni Samsun’un Kolaylıoğulları sülalesinden gelir. Annesi, Bolu’nun Müstakimler nahiyesinden Abdurrahman kızı Emine Hanım, babası Samsun-Bafra’dan olan ve Bodrum’da Rüştiye Başmuallimi olan Hafız Hasan Fehmi Efendi’dir. Çocukluğu, kendi deyişiyle hayatının en güzel dönemidir. Kişilik yapısı olarak oldukça meraklı bir yapısı olduğu çocukluğunda belli olmuştur. Öyle ki, kendisine alınan çeşit çeşit oyuncağı merak duygusu ile açmış, bozmuş, kırmış ve yeniden yapmaya çalışmıştır. Biraz büyüyünce içinde doğa ve deniz sevgisi uyanmaya başlamış. O dönemde bindiği ve kullandığı kayık ile kaptan olma hayalleri kurmuştur.
     Çocukluğundaki iki olay, Neyzen Tevfik’i çok etkilemiş ve yaşadığı bu olaylarla bir anlamda hayatı yön kazanmıştır. İki olay da 1886 yılında yani 7 yaşlarında iken meydana gelmiştir. Neyzen, babasıyla bir yürüyüş esnasında Tepecik Kahvesi’ne geldikleri sırada yüzleri kendi deyişiyle aşk-ı Hüda’dan parlamış iki gezgin derviş görür. Adamlardan biri torbasından ney çıkartıp üflemeye başlar. Adeta insanı mest edip kendinden geçiren bu neyden ve çıkardığı seslerden çok etkilenen küçük Tevfik, babasından böyle bir ney ister, fakat babası buna itiraz edince çardaktan bir kamış koparıp kaval haline getirir ve çalmaya başlar. Bu olay, ney ile tanışmasına ve kendi adını veren neyzenliği öğrenmesine vesile olur. Yine aynı yıl, Muğlalı Kel Mülazım Hüseyin Ağa müfrezesinin şehir çarşısında ibret olsun diye halka gösterdikleri isyancıların kesik başlarını görmesi, küçük Tevfik’de onarılmaz yaralar açmıştır. 1946 yılında bir gazeteye verdiği röportajda Neyzen Tevfik, yıllar boyu peşini bırakmayan sara nöbetlerinin başlangıcını bu olaya dayandırmaktadır.
     1886 -1887 yıllarında gezginci şairlerden Tahir ile Zühre, Leyla ile Mecnun gibi aşk şiirleri dinledikten sonra şiire de merak salmaya başladı. 1892 yılında babasının Urla’ya atanmasından sonra 13 yaşına kadar yaşadığı Bodrum’dan ailesi ile birlikte ayrılır. Fakat, burada eski yaşayış tarzını ve çevresini bulamayan küçük Tevfik sıkıntıya girer. 1893 yılında bir berber dükkanında ney çalan Berber Kazım Ağa’nın çaldığı neyden etkilenir, tıpkı 7 yaşında iken gezgin dervişlerin üflediği neyi dinlerken olduğu gibi. Bu kez, bir ney edinir ve Kazım Ağa’dan ney dersleri almaya başlar. Aynı dönemlerde ilk sara (epilepsi) nöbetini geçirir. Bu nöbetler tekrarlamaya başlayınca ailesi endişelenir ve bunun ney üflemekten olduğunu zannederek ney ile ilişkisini kesmek için ney çalışmalarını kendisine yasaklar. Nöbetler tekrarlar, doktorlar, hocalar, türbeler bu duruma çare olamaz. Ailesi sonunda kendisini İstanbul’a götürür, aynı şekilde şifa arama çalışmalarına devam ederler. Sonunda Mösyö Pepo isimli bir doktor hastalığı kontrol altına alır ve “Çocuğu kendi haline bırakın, hoşlandığı şeyleri yapmasına izin verin” tavsiyesinde bulunur.  
      Tekrar Urla’ya dönülür. Babası son bir ümitle 1894 yılında Tevfik’i İzmir İdadisi’ne (Lise) verir. Fakat disiplinli hayata gelemeyen Tevfik’de sara nöbetleri tekrar başlar. Bir ay sonra okuldan alınmak zorunda kalınır. İzmir’de kalmaya devam eden Tevfik, aynı yıl yani henüz 15 yaşında iken Mevlevihane’de bulunan Cemal Bey’den ney dersi almak için kendini Mevlevihaneye  kabul ettirir. Daha sonra buraya gelip giden birçok aydın kimse ile tanışır ve Arapça, Farsça dersleri almaya başlar. Bir de yemekli toplantılar ve tanışmalar sırasında içkiye olan düşkünlüğü oluşmaya başlar. 1898 yılında 19 yaşında iken İstanbul’a medrese öğrenimi görmek için geri döner. Fatih Fethiyye Medresesi’ne girip Doğu İlim ve eserlerini okur; Muhyiddin Arabi ile Farabi, Molla Cami ve İmam Gazali’yi tanıyıp yazdıkları eserlerini inceler. Bu sırada da Galata ve Yenikapı Mevlevihanelerine gidip ney çalmaya devam eder. Bu dönemlerde Mehmet Akif Ersoy ile tanıştırılır. Kendisine yıllar boyu ağabeylik-dostluk edecek olan Mehmet Akif sayesinde Arapça ve Farsçasını geliştirip Fransızca öğrenmeye başlar. Tevfik Fikret, Halit Ziya Uşaklıgil, Halide Edip (Anıvar) gibi önemli edebiyatçılarla tanışır. 
  


      Medreseye gittiği halde medresenin kıyafeti olan cübbe ve şalvarı giymedi, setre pantolonu giymeye devam etti. Bunun yanı sıra medresenin disiplinini bozduğu ileri sürülerek hakkında olumsuz konuşulmaya başlandı. O da kaldığı medrese binasından ayrılıp, fakat derslere
de (toplamda 4 yıl kadar) devam edip Şekerci Hanı’nda kalmaya başladı. Burada içki alışkanlığını daha da artırdı. Namaz kılmadığı gerekçesiyle Yenikapı Mevlevihanesi’nden de uzaklaştırıldı. O da Bahariye Mevlevihanesi’ne gidip Aziz Dede’den ney dersleri almaya başladı. Bu arada, tanıdığı dostları sayesinde daha çok tanınıp bilinmeye başladı. Saraydan Valide Sultan tarafından ney taksimi yapması için saraya davet edildi. Bunları yaparken memleketin durumu hakkında toplantılara da katılıyor ve görüşlerini sakınmadan söylüyordu. Devir, insanların birbirlerini jurnallediği devirdi. Görüşlerini öğrenen Ziya Şakir isimli şahıs tarafından Saray’a şikâyet edildi. Kısa sürede istenen amaca ulaşıldı ve daha önce yazdığı bir hiciv ile hemen önlerinden geçen Zaptiye Nazırı’na karşı istibdat idaresini eleştiren sözleri nedeniyle tutuklandı ve 1901 yılında 22 yaşında hapse atıldı. On beş gün kadar hapiste kaldı. Hapisteyken kendisinin 35 kez jurnal edildiğini öğrendi. Hapisten çıktıktan sonra Sütlüce’deki Münir Baba’nın Bektaşi Tekkesi’ne sığındı. Eski birçok arkadaşına uğramak istemedi. Çünkü söyledikleri yüzünden takip edilmek de istemiyordu. 
   
Neyzen Tevfik'in hayatının devamı bir kaç gün içinde buraya eklenecektir.

                               Kendi sesinden "Geçer" şiiri ve neyiyle Hüseyni Taksimi

NEYZEN TEVFİK ANEKTOD VE NÜKTELERİ:

ÜÇ ŞEY: Gazeteci İsmail Habip Sevük’e “Neyzen’i nasıl tanırsınız?” diye sormuşlar. O da, “Üç şeyinden tanırım” demiş. “Ney’inden, meyinden  ve heyheyinden.”
NE YAPARDIN?: Bir meyhanede aşırı derecede rakı içip ne yaptığını bilmez hale gelen terbiyesiz bir sarhoş, hiç tanımadığı Neyzen’e bir tokat atınca, Neyzen Tevfik sesini hiç çıkarmadan yürüyüp gitmiş. Yolda arkadaşı: “Niçin bu densiz adama karşılık vermedin?” deyince Neyzen Tevfik:” Sana bir hayvan çifte atsaydı ne yapardın?” demiş.
SÖZDE DİNDAR: Dindarlığı ile meşhur olan biri bir gün Neyzen Tevfik’e sormuş: “Cennetin anahtarı sende olsaydı, beni oraya alır mıydın?” Neyzen acı acı gülümsemiş ve: “Cennetin değil ama, Cehennemin anahtarları bende olsaydı senin hesabına daha iyi olurdu. Çünkü o zaman belki seni dışarı çıkarabilirdim.”
KURBANLAR: Ahmet Refik’in ölümünün yıldönümüydü. Yeşilay üyelerinden bir doktor, heyecanlı bir konuşma yaparak “İşte! Bu üstat da bir içki kurbanıdır” dedi. Dinleyenler arasında bulunan Neyzen Tevfik, yanındakinin kulağına fısıldadı. “Bu doktorlar da çok mütevazı oluyor. İçki kurbanlarını sayıyor da kendi kurbanlarını saymıyorlar.”
YERE DÜŞEN: İyilik yapmayı seven biri, Neyzen Tevfik’i perişan bir halde yolda görünce hemen cebinden bir miktar para çıkarıp Neyzen Tevfik’e uzatmış ve “Tevfik Bey, az önce mendil çıkarırken bu sizin cebinizden düştü, alın “ demiş. O da paraya baktıktan sonra nemlenen gözleriyle “O, sizin yere düşen altın kalbinizdir” demiş.
BİR CÜMLEYLE NEYZEN: Neyzen Tevfik’e “Bir cümleyle kendini nasıl tarif edersin?” diye sormuşlar. Şu cevabı vermiş: “Neyzen, sazı ile sözü ile düzü (içkisi) ile bir ibretlik örneğidir.”
MEMLEKETİN HALİ: Savaşta iki gözünü yitiren bir arkadaşı Neyzen Tevfik’e “Neyzen, nedir bu memleketin hali? Nasıl görüyorsun bu durumu?” diye sormuş. Neyzen, hem arkadaşında bir alınganlık yaratmamak; hem de memleketin durumunu anlatmak için, “Vallahi efendim, sizin gördüğünüz gibi” demiş.
HANGİ NEYZEN: Mehmet Sıtkı Akozan’a Neyzen’i sorarlar. Akozan ise “Hangi Neyzen?” der. “İki Neyzen var. Biri meyhanedeki sarhoş Neyzen, diğeri hastanedeki filozof Neyzen”  
ŞİŞEDEKİ PAY: Neyzen Tevfik, elinde bir kiloluk rakı şişesiyle Galata Köprüsü’nü geçerken, doktoru Mazhar Osman’la karşılaşır. Doktor, Neyzen’e elindeki şişeyi biraz da hesap sorar şekilde göstererek: “Nereye böyle Tevfik?” der. Çallı İbrahim’e cevabını alır. “Elindeki ne?” diye sorunca Neyzen Tevfik, “ Kiloluk rakı” cevabını verir. Biraz kızan Mazhar Osman “Eskiden sana yarım yetiyordu, şimdi bakıyorum kiloluğa başlamışsın” der. Neyzen hemen açıklama yapar. “Hepsi benim değil, yarısı Çallı’nın” cevabını verir. Mazhar Osman da “ Yaa, dök öyleyse kendi hakkını bakalım” der. Neyzen telaşlanır ve “Dökemem” cevabını verir. Doktorun “Neden?” sorusuna karşılık da “Benim payım altta çünkü” der.   
ÖLÇÜSÜZ VE TANIMSIZ:  Neyzen’i yakından tanıyanlardan Cahit Tanyol, onu tanımlanamaz bulanlardandır. Sorulduğunda şöyle demiştir: “Deli deseniz deli değil, Velî deseniz Velî  değil; sürprizlerle yüklü bir insan. Ölçüye gelir tarafı yok. Şurada över, şurada söver. Bakarsınız münkir (Dinde inkarcı), bakarsınız mümin (Dinde inanmış)”





NEYZEN TEVFİK ŞİİRLERİNDEN: 

FELEK
Yamansın her zaman aldattın beni,
Kah düşürdün, kahi kaldırdın felek!
Mecnunsun diyerek Leyla peşinden,
Issız vadilere saldırdın felek!
Rehbersin dedin ben ise kördüm,
Elimle başıma çok çorap ördüm,
Kendimi bıraktım alemi gördüm,
Hesapsız günahlar aldırdın felek!
Şifadır dedin zehir tattırdın,
Gençliğin okunu boşa attırdın,
Körlerin yurdunda ayna sattırdın,
Çıkmaz sokaklara daldırdın felek!
Barışmadı gönlüm merd ile zenne,
Ne bir iş bilenle, ne boş gezenle,
Hicran köşesinde bozuk düzenle,
Neyzen’e her telden çaldırdın felek!
                                    (Sahrayıcedid, 1913)   

MERNUŞ
Bu engin ayrılık canıma yetti,
Başımdan aşıyor kederim Mernuş,
Bu yolda yazılmış ferman-ı kaza,
Bunu da gösterdi kaderim Mernuş.
Bağlanmıştım bütün kalbimle sana,
Şu fani cihanı okuttun bana,
Sen göçtükten sonra ben yana yana
Hicranla gözyaşı dökerim Mernuş.
Bu yolda cahilim, bildiğim kısa,
Sen girdin toprağa, ben girdim yasa.
Haklı haksız hatırını kırdımsa,
Affet günahımı, beşerim Mernuş!
  (Uzun yıllar kendisine arkadaşlık yapan köpeği Mernuş’un ölümü sonrası, Bakırköy Hastanesi’nde 1934 yılında köpeğinin kefenlenip gömülmesi sonrası yazmıştır. Mernuş ismi, Ashab-ı Kehf'de belirtilen Yedi Uyurlardan birinin adıdır aynı zamanda.)



GEÇERİM
Geçen gençlik günlerine yanmayan
Yok gibidir, bense bakar geçerim.
Yoku vara, varı hiçe gömerek
Her solukta bir gam yakar geçerim.
Durulmadı gitti belirsiz başım,
Kardaşımdan başka herkes kardaşım.
Kader, zaman, kader, hicrân yoldaşım,
Dertli ırmak oldum, akar geçerim.
Devrin siyâseti pek saçma sapan,
Pişirdiği pazarlıklar çok yavan,
Matbu’atın ocağında kaynayan
Kazanlara bir kulp takar geçerim.
Araştırdım hakiykat notlarında,
Yok bir ma’na dehrin vur tutlarında,
Şi’rimdeki duygu bulutlarında
Bir şimşeğim, hicrân çakar geçerim.
Göz kapamam hiç bir Tûr’un nûruna,
Perde açtım İsrâfil’in sûruna,
Kalbimdeki yanan aşkın uğruna
Cehennemi yakar yıkar geçerim.
Anladın mı beni yakan o piri ?
Neyle meyle bak ne yaptı fakîri
Ebedleri kucaklıyan esiri
Ma’na gibi deler, çıkar geçerim.
Bulamazsın cevherimi bir kânda,
Gömülüyüm bir mukaddes nihânda,
Gönlümdeki ışığımla bir anda
Yüz bin Leylâ sever bıkar geçerim.
Neyzen gibi serserinin fakîyr’in
Mihrâbıyım içindeki zamîrin,
Men-Rabbüke diyen Münkir, Nekir’in
Defterini dürer, tıkar geçerim.
                   (Tıp Fakültesi Hastanesi 1919)

DEĞİL Mİ?
Ulu Tanrı'm, akıl ermez sırrına, 
Binbir ismi hakda pinhan edersin. 
İçirirsin sabrın peymanesini, 
Hikmetini sonra ayan edersin. 

Gizlenirsin bir nüvenin içinde, 
Ademin de şeytanın da cinin de, 
Her milletin ayrı ayrı dininde 
Şirke, küfre, rayhi bürhan edersin. 

Aşk olursun, gönlümüzü yakarsın, 
Leyla olur karşımıza çıkarsın, 
Rakip olur canımızı sıkarsın, 
Vuslatını bize hicran edersin. 

Bozuktur düzenin, olmazsın akort, 
Tavşana kaç dersin, tazıya aport, 
Haham, papaz, hoca ettikçe zart zurt, 
Alay eder, güler isyan edersin. 

Sen indirdin yere şu dört kitabı, 
Ayrı ayrı her birinin hisabı, 
Her bir dinin sensin putu, mihrabı, 
Yalanına kendin iman edersin. 

Zerdüşt olmuş görünmüşsün ateşte, 
Brahmen'in Vişno'şusun güneşte, 
Bir parlayış parladın ki Kureyş'te 
Mahbubunu zatına şan edersin. 

Hem goncasın, hem bülbülsün, hem diken, 
Hem canansın, hem de çileyi çeken, 
Hikmetine def'ineler açıkken 
Seyyah, derviş olur selman edersin. 

Yok olmadan var olmanın yolu yok, 
Kendin gibi seni arayan pek çok, 
Hiç şaşırmaz kaderden attığın ok, 
Sevdiğini aşka nişan edersin. 

Çiftçi olur, öküzünü haylarsın, 
Ağa olur, hizmetkarı paylarsın, 
Yersin, göksün, yıllar, günler, aylarsın, 
Asırları toplar bir an edersin. 

Görünürsün her velîde, delide, 
Mustafa'da Avram'da Pandeli'de, 
Bir maymuncuk gibi her bir kilide 
Hem uyarsın hem de bühtan edersin. 

Neşve olur, gizlenirsin şarabda, 
Helal, haram yazılırsın kitabda, 
Sevdalarla şu inleyen rebabda, 
Sensin, aşıkları nalan edersin. 

Zincir olur mecnunları bağlarsın, 
Görür, acır, karşısında ağlarsın, 
Irmak olur dere tepe çağlarsın, 
Tufan olur, dehri viran edersin. 

Bir ot idin, kamış oldun, ney oldun, 
Feryadına karşılık hey hey oldun, 
Su, kök, filiz, asma, üzüm, mey oldun, 
Her katranı bana umman edersin. 

Çıban olur, enselerde çıkarsın, 
Yanar canın yine kendin sıkarsın. 
Kendin yapar, kendin yakar yıkarsın, 
Sigortadan ne kar, ziyan edersin? 

Maymun olur, ısırırsın kralı, 
Hala Yunan canevinden yaralı, 
Yıldızını o yar sardı saralı, 
Venizelos'musun devran edersin, . 

Bir iraden adam yapar eşeği, 
Azlolurken batar ona döşeği, 
Gazabındır şu felaket şimşeği, 
Her nereye çaksan suzan edersin. 

Çıkmayan bir candan umut kesilmez, 
Rahmetinden zerre bile eksilmez, 
Gözümüzü senden başkası silmez, 
Güldürmeden önce giryan edersin. 

Şımartırsın bir sonradan görmeyi, 
Öğretirsin halka çorap örmeyi, 
O çalarken tam gözünden sürmeyi, 
Yakalarsın, hapse ferman edersin. 

Zengin olur kasaları kitlersin, 
Fakir olur garip başın bitlersin, 
Deri, kemik, beden bizi ciltlersin, 
Hicranlara canlı divan edersin. 

La'netin mi şu Şin İslam kapısı, 
Yedi cehennneme bedel yapısı, 
Zebanilerde mi bunu tapısı? 
Bu çeteyi sen perişan edersin. 

Dar-ün Nedve midir şu Dar-ül-Hikme 
Savurdular birbirine çok tekme. 
Kuyruğu sakattır, pek hızlı çekme, 
Eşeklerle bizi handan edersin. 

Kudururlar arpalıkla, tiridle, 
Girişirler kafa, göz, yüz, dividle; 
Geğirirler, anırırlar, tecvidle, 
Harf-ı meddi yular, kolan edersin! 

Fitne için yeter İzmir'li Cüce, 
Yelken takar devedeki hörgüce, 
Kürek çeker akıntıya her gece, 
Boklu dereye mi kaptan edersin? 

Nerde olsa başındadır belası, 
Hased, fitne, o Firavn’ın Musa’sı, 
Cehil, gurur ve saire cabası, 
Sakla domuzlara çoban edersin. 

Sana gi.. çı... nedir be dürzü? 
Dersin bana ey Allah’ın öküzü, 
İçirirsin on dört bin okka düzü, 
Beni bulutlara mihman edersin.

Serserinim, düştüm aşkınla neye
Nasıl girdin elimdeki şu neye, 
Hem seversin beni Neyzen’im diye, 
Hem de sarhoş diye destan edersin. 
          (Tıp Fakültesi Hastanesi Haydarpaşa-1919)



Neyzen Tevfik ile İlgili Son Söz: Neyzen Tevfik, hem taşımış olduğu cevherin yanı sıra insanlığa bırakmış olduğu eserlerle, mesajlarla; hem de sıra dışı yaşantısı ile tarihte eşine az rastlanan bir kişiliktir. Gönlümüz, kendisine yaraşır bir şekilde anılmasını ve özellikle genç nesillere tanıtılmasını istiyor. Kim bilir, günümüzdeki yozlaşmış dizi sektörünün bitiminden sonra belki bir mini televizyon dizisi ile, haydi olmadı kaliteli bir belgesel ile…

Üstadı, kendi felsefesini özetleyen kendi mısraları ile son kez selamlayalım:

Felsefemdir kitab-ı imanım,
Taparım kendi ruhumun sesine,
Secde eyler hakikatim her an,
Kalbimin ateş-i mukaddesine…    

FAYDALANILAN KAYNAKLAR:

Neyzen Tevfik: Hayatı, Sanatı ve Eserleri- Recep Usta-Kastaş Yayınları
Nüktedan Neyzen Tevfik-Süleyman Bulut-Pupa Yayınları
Meydan Larousse Ansiklopedisi 14’ncü Cilt
Aydınlık Kitap Eki Sayı:58 ve 59
K Dergisi Sayı:24

MERAKLISI İÇİN İLGİLİ DİĞER LİNKLER:   

Neyzen Tevfik Kolaylı'nın ayrıntılı yaşam öyküsü, kişiliği ve eserleri hakkında ayrıntılı ve güzel bilgiler Ege Üniversitesi'nden Selman Yaşar'ın kaleminden burada.

19 Mayıs Üniversitesi'nden Mediha Mangır'ın hazırladığı "Neyzen Tevfik'in Şiirlerinde Dil Kullanımı" isimli çalışması burada

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder