Mevlana ve Şems-i Tebrizi’nin Aziz
Ruhlarına Saygılarımla…
MEVLANA CELALEDDİN-İ
RUMİ’NİN HAYATI: Mevlana’nın hayatına ilişkin bilgiler ve
resimler, ilerleyen günlerde buraya eklenerek yazı
güncellenecektir.
MEVLANA’NIN YAKLAŞAN
ÖLÜMÜ VE ŞEBİ ARUS:
1273 yılı sonbaharına gelindiğinde Mevlana’nın soluk buğday yüzü
hafifçe sararmaya başladı, kısa ve düzgün sakalındaki kırçıl sakalları daha da arttı.
Uzun ve zayıf vücudu, tevazu ve hiçlik duygusuyla birlikte öne biraz daha
eğildi. Geceli gündüzlü yazılan Mesnevi tamamlanmıştı. Bu arada riyazete de
devam etmekteydi. İri ve ela renkli gözleri ise parıltısını koruyordu. Bu gözlerine
çoğu kimse dikkatle bakamıyordu. Bu sıralarda Konya’da sık sık depremler
olmaktaydı. Halk sokaklara fırlayıp zaman zaman çadırlarda kalıyordu. Yine
büyükçe bir deprem olduktan sonra Mevlana “ Korkmayınız, yerin karnı acıktı.
Son günlerde yağlı bir lokma istiyor. İnşallah muradına çabuk vasıl olur da,
siz de üzüntüden kurtulursunuz” dedi.
Bu depremden birkaç gün
sonra da bir daha ayağa kalkamadı ve yatağa düştü. Yapılan tüm tedavilere
rağmen ateşi düşmüyor, nabzı hep yüksek atıyordu. Bu durumu kırk gün kadar
sürdü. Konya halkı ve ileri gelenleri bu duruma çok üzülüyorlardı. Eşi Kerra
Sultan da bunların başındaydı. “Keşke, Mevlana’nın yüzlerce yıllık ömrü olsaydı
da dünyayı hakikat ve mana incileriyle doldursaydı” dedi. Mevlana, bu sözlerin
üzerine “ Niçin yüzlerce yıllık ömür? Bizi ne sandın? Biz ne Firavun, ne
Nemrud’uz. Bizsiz bu yalan dünyada huzur ve karar nasıl olur? Biz,başkalarına
faydalı olalım diye bu dünya zindanında kaldık. Yoksa kimin malını çalmışız ki
mahpus olalım.” dedi. Sonra da baş ucundakilere “Bu dünyadan göçeceğim diye hiç
üzülmeyiniz. Ne halde olursanız olun, sizinle beraberim. Hz. Peygamberin “Benim
ölüm de dirim de sizin için hayırlıdır” sözünü ben de aynen tekrar ediyorum.
Bunun manası, benim dirim, doğru yolu göstermek, ölümüm de yardım etmek
içindir.” dedi.
17 Aralık 1273 Pazar günü,
kış olmasına rağmen hava parlak güneşliydi. Mevlana, “Canı, sen aldıktan sonra
ölmek şeker gibi tatlı. Seninle olduktan sonra, ölüm tatlı candan daha tatlı”
diyordu. Akşam güneş batarken Mevlana da Hakk’a kavuşmuştu. Tüm Konya’da bir
feryat koptu. Son hizmetler yerine getirildi ve ertesi gün cenaze kaldırılmak
üzere hazırlandı.
18 Aralık sabahında salalarının
okunması ile şehir, cenazeyi kaldırmaya hazırlandı. Cenazesi medresenin
avlusundan çıkarıldıktan hemen sonra alanda sanki kıyamet koptu. Ne Konya, ne
başka bir yer böylesi değişik insan gruplarını görmemişti. Sultanlar, emirler,
bilginler, cahiller, imamlar, papazlar, siyahlar, beyazlar, her dinden, her
ırktan, her mezhepten, her sınıftan ve kılıktan insan ilk defa Mevlana’nın
cenazesi önünde heyecanla toplanmışlardı. Sanki yazmış olduğu rubaisindeki “
Gelsin, varlık namına ne varsa gelsin… Kâfiri, putperesti, Mecusi’si gelsin”
mısraı bugün için söylenmiş gibiydi. Halk, tabuta el sürebilmek için hücum
etti. Birbirlerini çiğnediler. Tabutu taşıyanlar bir türlü ilerleyemiyordu.
Buna bir çare bulmak için birisi atıldı ve “ Müslüman olmayanlar çekilsin!”
diye bağırdı. Kimsenin orayı terk etmeye niyeti yoktu. Tam tersine kalabalık
daha da artıyordu.
Cenazenin ilerlemesi ve
mevcut durumu çözmesi için halktan bir grup, Başvezir Sahip Ata Fahreddin Ali
ile Emir Süleyman Pervane’ye şikayette bulundular: “Mevlana, Müslümanların
şeyhidir. İseviler (İsa Peygamberin dinine mensup olanlar), Museviler, diğer
dinlerden olanların aramızda işleri ne? Bunlar hangi yüzle cenazeye geliyorlar?
Çekilip gitsinler, biz de rahatça vazifemizi yapalım” dediler.
Bunu işiten hahamlar ve
papazlar atıldılar: “Hayır, bu din padişahı bizim reisimiz sayılır. Biz, Musa’nın
ve bütün peygamberlerin hakikatini onun açık sözlerinden anladık. Kendi
kitaplarımızda okuduğumuz peygamberlerin hareket ve kişiliğini O’nda gördük.
Siz Müslümanlar nasıl Mevlana’yı devrin Muhammed’i olarak görüyorsanız, biz de
zamanın Musa’sı olarak biliyoruz.” Dediler. Bir başkası:” Yetmiş iki millet
sırını bizden işitir. Biz bir perde ile yüzlerce ses çıkaran bir ney’iz.”
demedi mi diye destekledi. Başka dinden olanlar da benzer sözler söylediler:”
Güneşi bütün alem sever, siz güneşi bizden nasıl mahrum edersiniz?” dediler.
Cenaze güçlükle
ilerleyebildi. Atlı muhafızlar, sopalarla halkı kovmasına rağmen halkın hücumu
bitmedi. Tabut birkaç kez kırıldı ve tamir edilmek zorunda kalındı. Çünkü
tabutu tutan da bir daha bırakmak istemiyordu. İkindi vaktine doğru, ancak
musalla taşına tabut konabildi. Cenaze namazını, Mevlana’nın vasiyeti gereği
Sadreddin Konevi kıldıracaktı. Dostu olan Konevi, tabuta yaklaştı biraz sendeledi.
Sonra da heyecandan yere yığılıp bayıldı. Kadı Siraceddin hemen öne geçip
namazı kıldırdı. Ancak akşam güneş batarken namaz kıldırılabildi. Tam bu anda
gök kızıl