BİR RESİM, BİR
ÖYKÜ - 2
Blog
Notu: Aşağıdaki öykü, Notos Öykü ve İki Aylık Edebiyat Dergisi'nin (Ekim-Kasım 2012) 36’ncı
sayısında yayınlanan, Diane Arbus imzalı aşağıdaki fotoğraftan esinlenerek yazılmıştır.
“Onun elinden tut Robert, elinden sıkı tut!”
“Tutuyorum tabii Samantha, bak işte!”
Babamın
elimi sıkı sıkı sıkı kavrayışını sanki dün gibi hatırlıyorum ve tabii annemin benimle
ilgili ona yaptığı ikazları…
Evden dışarı çıkmamız saatler sürerdi. Bazı
akşamlar ve tabii hafta sonları dışarı çıkacağımızı kolaylıkla anlardım: Annemi
uzaktan seyrederek… Önce annemin kıyafetlerini tek tek üzerinde denemesi,
makyajını uzun uzun aynada yapması, takılarını bir bir ayna önünde denemesi,
sonra kız kardeşimi hazırlaması, babamın giydiklerini beğenmeyip değiştirtmesi,
sonra babama benimle ilgili talimatlarını vermesi. “Onun saçını taradın mı
Robert?”, “O, açık renk pantolon giymedi değil mi Bob? Biliyorsun yere
düştüğünde çabuk kirleniyor.” ya da “ Çabuk çıkart şu üzerindekini tatlı çocuk.
Anneni üzmeyeceksin yine, değil mi?”
Cynthia ile aramda beş yaş fark vardı.
Güzel ve alımlı Cynthia, tıpkı annesi gibi… Cynthia en güzeli olmalıydı, en
alımlı, en göze çarpan... ”Cynthia, canım benim! Sana bu beyaz elbiseyi aldım,
prensesler gibi gözükeceksin bununla.” Evet, prenses olmaya çok az kalmıştı,
üstelik daha kolejde okurken.
“Yılın Meleksi Güzeli” yarışmasına daha bir
yıl varken evde hazırlıklar başlamıştı. Oturup kalkma ve yürüme dersleri,
gözleri kocaman açarak bakış fırlatma ve dönerken eteği zarafetle dalgalandırma
denemeleri… Kız kardeşim yarışmada ikinci oldu. Yarışmada sonuçlar açıklanırken
annemin adeta şok olduğunu hatırlıyorum ve hatta kız kardeşimin de. Eve dönünce
kriz büyümüştü. “Bob, ama bu gerçekten haksızlık; birincilik kızımın hakkıydı.”
Babamın “Ama güzelim ikincilik de çok güzel” sözü ikisini de yatıştırmamıştı. “Neler
diyorsun Bob? Kızımın hakkını yediler, niye anlamıyorsun?” Cynthia’nın o akşam,
çok ağlamaktan gözleri şişmişti. Anne-kız, en sonunda ikincilik tacını da yere
atıp parçaladılar. Annemin bana dönüp “Şuna bak, yine hiç tepki yok. Yoksa
kıskanıyor musun kardeşini?” demesini, babamın o sırada bir kızına, bir karısına
şaşkın gözlerle bakmasını, ona baktığımı görünce de mutfağa gidişini dün gibi hatırlıyorum.
Bundan yıllar önce çektirdiğimiz
fotoğraflardan birine bakıyorum, o zaman farklı şeyler var mıydı? Sanırım, o
fotoğrafçı kadın dışında yoktu. Yıllarca unutmadığım, unutmak da istemediğim o
kadının çektiği bu fotoğrafa bakınca, üzülmekle sevinmek arasında kaldığımı
fark ettim. Birlikte şehri gezmeye gittiğimiz o zaman, Cynthia annesinin
kucağında daha bebekmiş, bense küçük bir çocuk. Babam henüz saçlarını dökmemiş
ve sanırım o zaman da annemin sözünü dinleyerek elimi tutmuş. Annemi söylemeye
gerek var mı? Yine bakımlı, yine havalı, yine her şeye hâkim… Yüzünü hayal
meyal olsa da, fotoğrafı çeken kadını gayet iyi hatırlıyorum. Bana bakıp bakıp
yüzümü okşamasını, “Ne tatlı bir çocuk bu” deyişini, sonra anne ve babamla
konuşup birkaç kez bizim fotoğraflarımızı çekmesini… O zaman “Bu kadın benim annem olsa” diye düşünmüştüm hatta. Başkalarının yaptığı gibi Cynthia’ya ilgi göstermeyip beni gerçekten seviyorsa pekâlâ annem de olabilirdi. Hatta babam gibi elimi tutması için ona da izin verirdim ve onun uslu çocuğu olurdum.
konuşup birkaç kez bizim fotoğraflarımızı çekmesini… O zaman “Bu kadın benim annem olsa” diye düşünmüştüm hatta. Başkalarının yaptığı gibi Cynthia’ya ilgi göstermeyip beni gerçekten seviyorsa pekâlâ annem de olabilirdi. Hatta babam gibi elimi tutması için ona da izin verirdim ve onun uslu çocuğu olurdum.
Esasında hep uslu çocuktum, ama… Çok daha
öncesine, başlangıcına gidersek; annemin beni doğurması sonrasında yanlış giden
bir şeylerin farkına varılmış. Babamın yıllar sonra anlatışına göre, önce
yüzümdeki deformasyonun farkına varılmış. Doktorlar ilerleyen yıllarda estetik
operasyonlarla kısmi düzelmeler olabileceğini söylemişler. Gözler hariç tabii… Birkaç
yıl sonra da ikinci şok: Otizm gerçeği. En büyük darbe anneme olmuş tabii. Hatta
durum, oldukça geç bile fark edilmiş. Babam söylemese de, annemin
“farklılığımı” kabul etmekte zorlanması, bu geç teşhisin söylenmeyen nedeni
olsa gerek.
Yine de ben türümün şanslı olanlarındandım.
Hastalığımla ilgili olarak verilen raporlardan en kapsamlı olanını yıllar sonra
babamın dosyalarının arasında tesadüfen bulmuştum: “Hafif otistik semptomlar
tespit edildi. Zekâ normalin üstünde. Konuşma ve ifade yeteneği mevcut, fakat
bu yeteneğini kullanmayı çoğunlukla tercih etmiyor. Çoğu kez tanımadığı ya da
güven bağı kuramadığı insanları görmezden geliyor, dış dünya ile ilişkisini
sınırlandırıyor. Güvenini kazanan kişilerle konuşmalarında bazen tekrarlara
gidiyor. Ayak parmaklarının ucunda yürümekten ve ellerini sallamaktan
hoşlanıyor. Güvene ve sevgiye dayalı bir eğitimle mevcut semptomlar
azalabilir.”
Okul yıllarım çok zorlu geçmedi. Sorun
dersler değildi. “Hey evlat, nereye bakıyorsun? Tahtaya bak!” Beni henüz
tanımayan öğretmenlerimle genellikle böyle tanışırdım. Sınıfta gülüşmeler…
Hâlbuki tahtaya ya da öğretmene bakardım. Şu benim sol gözüm yüzünden. Ben de bu
uyarıya itiraz etmez, kafamı hafifçe sola çevirir gibi hareket ettirir, böylece
öğretmenimi onaylardım. Geçen zaman içerisinde, bu ve benzer şekilde davrandığım
için kimi öğretmenlerimin saygısını kazandığımı da fark ettim ve elbette beni
zaman zaman politik davranmakla suçlayan kimi sözde arkadaşlarımın nefretini
de…
Babamı gerçekten seviyorum. Geçen yıl
evlendiği yeni eşi benden pek hoşlanmasa da ara sıra evlerine gidiyorum. Evladına
yeterli güveni veren bir babanın, insanı hayatta biraz daha güçlü kıldığını
öğrendim. Annem babamla boşandıktan sonra kardeşinin yanına New Orleans’a
taşındı. Şehre geldiğinde bazen görüşüyoruz. Cynthia ise sekreter olup Houstan’da
bir bankacı ile evlendi. Türüm içerisinde, kendi ayaklarının üstünde durup,
bağımsızlığını gerçekleştirebilen istatistiklere göre yüzde on beşin içinde
olmak elbette iyi bir duygu. Fakat mutlu olmak için yeterli değil…
MERAKLISI İÇİN İLGİLİ
DİĞER LİNKLER:
Fotoğrafçı
Diane Arbus’u tanıtan bir yazı, çok
yakında bu blogda.
“Bir
Resim-Bir Öykü-1: Unutulmaz Üçlü”
isimli öyküm ile Notos Dergi’de yayınlanan resim ve fotoğraflardan öyküler
yazma ile ilgili bilgiler blogumda burada.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder